Mithat Baş

Tarih: 12.03.2024 04:06

DİLLERİN DOĞUŞU VE TÜRKÇE

Facebook Twitter Linked-in

DİLLERİN DOĞUŞU VE TÜRKÇE

Mithat baş 

Dil, insanların iletişim kurmak için kullandığı bir araçtır. Dillerin doğuşu, insanlığın tarihi kadar eski bir konudur. Ancak, bu konuda net bir tarih vermek zordur, çünkü dilin ortaya çıkışı ve evrimi, araştırmacılar tarafından hala tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak, dilbilimciler, dilin evriminin, insan türünün gelişimiyle (Homo erectus’tan Homo sapiens’e dönüşmesi) yakından ilişkili olduğunu ve insanların toplumsal ve kültürel gelişimlerinin bir sonucu olduğunu düşünmektedir.

Bu nedenle; “Dil nasıl doğmuştur, dünyadaki en eski dil hangisidir?” gibi sorulara insanoğlu hâlâ kesin bir cevap verebilmiş değildir. Bunun nedenlerinden biri, insanlık tarihinin çok uzun bir geçmişe sahip olmasına rağmen yazının ve en eski yazılı metinlerin, insanlık tarihinin çok yeni dönemlerinde kullanılmaya başlanması ve bulunmasıdır.

Dilin ortaya çıkışı konusunda çeşitli teoriler vardır. Bunlardan biri, dilin doğal bir oluşum olduğu teorisidir. Bu teoriye göre, insanlar iletişim kurmak için kendi kendilerine dil geliştirdiler. Bu teoriye göre, dilin ortaya çıkışı, insan türünün evrimiyle yakından ilgilidir. İnsanlar, beyinlerinin gelişmesiyle birlikte, daha karmaşık düşünceleri ifade etmek için daha karmaşık bir iletişim sistemi geliştirdiler.

Bir diğer teori ise, dilin toplumsal bir oluşum olduğu teorisidir. Bu teoriye göre, insanlar, bir arada yaşamaya başladıklarında, birbirleriyle daha etkili bir şekilde iletişim kurmak için bir dil geliştirdiler. Bu teoriye göre, dil, insanların toplumsal ihtiyaçlarına cevap vermek için ortaya çıktı.

Her dilbilimci kendi dilinin ilk dil olduğunu iddia edebilir ancak hiçbir iddia bugüne kadar kanıtlanabilmiş değildir. Mısır hükümdarının yaptığı deneye benzer başka deneyler elbette yapılabilir ve deneyin sonucunda farklı farklı kelimelerin çıkacağı kesindir.

Dil sayesinde bir milletin yüzyıllar boyunca edindiği bilgi nesilden nesle aktarılır. Konuşma dili, tabirleri ata hazinesidir. Bundan dolayı okuma yazma bilmeyen Türk halkının bir sağduyuya, bir hayat görüşüne sahip olması konuşma dilinin zenginliğinden ileri gelir. Fakat yazı dili ve onun mahsulü olan kitap, sözlü kültürden çok daha zengin ve emin bir 2. kaynaktır. Kitap okuyanın bilgisi kadar konuşması da başka türlü olur. Bir ülkede kitap kültürü ne kadar zenginse günlük konuşma da o kadar zengin olur.

Bilinen en eski yazılı metinler, 5500 yıl öncesine dayanan ve Sümerlere ait olan metinlerdir.

Dil dönemlerinin belirlenmesi bu dilin konuşucuları tarafından yapılamaz. Bazen çok uzun yıllar sonra dilbilimciler tarafından birçok araştırma ve kaynaklardan sonra yapılabilir. Türk Dili dönemlendirmesi de bilim insanları tarafından yapılmıştır.

Türk dilinin belirlenmiş en eski tarihli yazıtı VII. yy’a ait Çoyren (Çoyr, 688-692) yazıtıdır. Bu yazıt aynı Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtları gibi mezar taşı olarak yapılmıştır. En eski tarihli olarak Çoyren olsa da Türk Dilinin en eski belgeleri Orhun yazıtlarıdır.

Türk dilinin dönemlendirilmesi için tüm yazılı belgeler incelenmiştir. Bu çalışmalara göre Türk dilinin tarihine bakıldığında en erken dönem “Altay Dil Birliği” dönemidir. Bu döneme Ana Altayca Dönemi diyoruz.
Ana Altayca Dönemi, Türk, Moğol, Tunguz, Kore dilleri ve hala tartışmalı olsa da belki Japon dilinin ortak olduğu dönemdir.

Altay Dil Teorisi”ni, yani bu dillerin genetik akrabalığını kabul etmeyenler için Türk dilinin dönem sınıflandırmasında ilk evre, 5000 yıllık geçmişi olan İlk Türkçe dönemidir. Bahsedilen bu dönem, Çuvaşça dâhil bütün Türk dillerinin ata dönemidir.

Ana Türkçe ve Ana Çuvaşça Dönemi (Ana Bulgarca) dönemi, söz konusu yüzyıllar içerisinde Karadeniz’in kuzeyinde ve Kuzey Kafkasya’da yaşamış̧ olan Bulgar Türklerinden kalan belgeleri içine alır. r’li bir dil kullanır.

Ana Çuvaşça dönemi, miladın ilk yıllarından Türk dilli ilk yazılı belgelerin bulunuşuna kadar olan dönemi kapsamaktadır.

Ana Türkçe dönemi ise Çuvaşça dışında bütün Türk dillerini kapsar. Orhun yazıtları ilk yazılı belgelerimizdir ve bu belgelerde z’li bir dil kullanıldığı görülür. Yazılı dil tarihimizden bahseden araştırmalar günümüzde tam olarak bu dönemden bahseden çalışmalardan oluşur.

Karşılaştırmalı Altay dil ekolünün kurucusu Finli bilim adamı, Gustaf John Ramstedt’tir.

Ramstedt, tüm bu çalışmalarının başlangıcında, Altay dillerinin ortaya çıktığı Ana Altay dili diye bir dilin varlığından bahsetmekte ve Moğolca ve Türkçe arasındaki benzerlikleri sözcük alıntılamalarına bağlamakta idi. Çalışmaları ilerledikçe bu teorisini farklılaştırdı. Altay dillerini ortak bir atadan yani ‘Ana Altayca’dan oluştuğunu savundu.

Bir dil ailesinin başlangıcına kaynaklık eden dile ana dil denmektedir.

Ana Altayca: Türkçe, Moğolca, Tunguzca (belki Korece ve Japonca) nın dahil olduğu ‘Altay grubuna kaynaklık eden dil.

Ana Türkçe: Türk dil ve diyalektlerine kaynaklık eden dil. Bu terimin yanında bir de ‘ana dili’ terimi vardır ki bu, bireyin doğumundan itibaren anasından veya yakın çevresinden duyup benimsediği ve içselleştirdiği dildir.

Kuşkusuz diller, tarihi süreç içerisinde birbirinden etkileşirler ve diller arasında kelime geçişleri mümkündür. Örneğin Türkçe içinde Arapçe ve Farsça kelimeler bulunduğu gibi, Hırvatça, Macarca ve başka Avrupa dillerinde de binlerce Türkçe kelime mevcuttur. Hırvatça’da sekiz bine yakın Türkçe kelime bulunmaktadır. Önemli olan diller arasında kelime geçişkenliği değildir. Bu doğaldır. Ancak dillerin esas korunması gereken yapısı grameridir.

Araştırmacı Yazar Kaan Arslanoğlu’nnun dillerin birbirine etkilemesiyle ilgili tespitleri çok ilginçtir; “10. yüzyıla kadar İran ve çevresindeki topraklarda konuşulan baskın dil Ön-Türkçe, Türkçeydi. Arap hâkimiyetinin kesinleşmesinden sonra Arapçayla Türkçenin karışımı yeni bir dil doğdu: Bugünkü Farsça oluşmaya başladı.

Daha sonraki yüzyıllarda da bölgenin Türk boyları, melezleşmiş başka boylar ve Arap karışımıyla başka etnik gruplar ve diller oluştu. Talışlar, Soranlar, Kurmanclar, Zazalar, Tacikler… Kabaca bunların hepsi için Türk Arap melezliği diyebiliriz.

Örneğin Altay dili denen Türkçe, Macarcaya, Fin-Ugor dillerine neden bu kadar yakın? Neden Hint-Avrupa köklerine, Almancaya bu kadar yoğun ortak? Tüm bunların yeni baştan ele alınması gerekiyor.

Evet, elimden geldiğince kısaltarak kitabı ve yazarını tanıtmaya çalıştım. Fritz Neumark “Tarihten Türkleri çıkarın geriye bir şey kalmaz” demişti. Tarihsiz ulusların kaderi büyük bir şaşaa, ışıltılı bir uygarlık sahnesi arkasında hep kan, gözyaşı ve kırımdan ibaret kaldı. Ben de diyorum ki “Dünya dillerinden Türkçeyi çıkarın, konuşamazlar.”

Bir arada yaşama ihtiyaçlarının ortaya koyduğu sosyal organizasyonların doğal nitelikteki en küçük örneği aile, en büyük ve en geniş örneği de millettir. Millet adı verilen toplulukta, sosyal bütünleşme, o topluluğu oluşturan bireyler arasındaki ortak kabullerden doğan ortak özellikler ile sağlanmıştır. Bu ortak özellikler, onların yaşayış biçimlerinden, hayat ve olaylar karşısındaki tutum ve davranış tarzlarından kaynaklanan yakınlıklar, benzerlikler ve tıpkılıklardır.

Millet varlığında sosyal akrabalık bağını kuran ve toplum bilincini oluşturan çeşitli unsurlar ve ortak değerler vardır. Bunların hepsine birden kültür adı verilmektedir. Bu yönü ile kültür, bir toplumu millet haline getiren ve milletten millete değişen değerler bütünü demektir. Dil, kültürün temel taşıdır. Etnisitenin en önemli gerçeğidir.

KAYNAKLAR:
Kaan Arslanoğlu, Oda Tv yazarı www.odatv4.com/yazarlar/kaan-arslanoglu
Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil – Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2000
Demirci, Kerim , Türkoloji İçin Dilbilim – Konular Kavramlar Teoriler, Anı Yayıncılık, Ankara 2021


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —