EZEN VE EZİLENLER HİLFU'L-FUDÛL’U ÖĞRENMELİDİR
Necdet Topçuoğlu
Cumhur İttifakı’nın yapmış olduğu hukuksuzluklara karşı, onlara ‘’Hilfu’l-Fadul’’ anlaşmasını hatırlatmak gerekir. Söz konusu anlaşma, İslamiyet’ten önceki Arapların yapmış oldukları adaletsizliklere karşı koymak için yapılmıştır. O dönemde henüz 20 yaşında olan ve Peygamber olmayan, Hz. Muhammed de yemin ederek, bu anlaşmaya katılmıştır. Bu anlaşma, zalimlerin zulmüne karşı koymak için dayanışmanın önemini ortaya koymaktadır. Dayanışma ruhuna sahip olmayanlar da, bu anlaşmayı gerçekleştirenleri örnek almalıdırlar.
Bütün cahiliye dönemi toplumları gibi, İslam öncesi Arap toplumu da kuvvet sahibi zorbaların hâkim olduğu, zulüm ve haksızlığın kol gezdiği bir toplumdu. Fil olayının yirminci yılında, Ficâr savaşı olarak adlandırılan kanlı kabile kavgalarından sonra, Mekke'de hiçbir yabancı ve sahipsiz kimsenin mal, can ve namus güvenliği kalmamıştı. İşler çığırından çıkmış, yabancı tacirlerin malları alınır, parası ödenmez olmuştu. Hac için gelenlerin hoşa giden kadın ve kızları zorla ellerinden alınır, kimsenin feryadına kulak asılmazdı.
Böyle bir ortamda Yemen’in Zebid Kabilesinden bir adam, Mekke'ye satmak için bir deve yükü mal getirmiştir. Mekke'nin ileri gelenlerinden As bin Vail, Zebidî'nin mallarını almış, ancak parasını ödememiştir. Çaresiz Zebidî parasını almak için Mekke'nin güçlü ailelerine başvurmuş, fakat sonuç alamamıştır. Başvurduğu kimseler yardım etmek şöyle dursun, zavallı adamı aşağılayarak kovmuşlardır.
Uğradığı zulümden bağrı yanan Zebidî, bir sabah Ebu Kubeys dağına çıkarak Kâbe çevresinde toplanan Mekke halkına, "ey Fihr halkı" hitabıyla, uğradığı zulmü şiir biçiminde haykırmıştır. Bunun üzerine Hz. Muhammed’in amcası Zübeyr, bir daha böyle olayların meydana gelmesini engellemek için harekete geçmiştir. Kendisine katılan Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris ve Teymoğullarının ileri gelenleri ile Mekke'nin zengin ve saygı değer kişilerinden Abdullah bin Cud'an'ın evinde toplanmışlardır. Uzun görüşmelerden sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve yerli insanın zulme uğramasına meydan verilmemesi, hakları alınıncaya kadar mazlumların yanında hareket edilmesi yolunda karar almışlardır.
Yakubî'ye göre antlaşma şu şekilde gerçekleştirilmiştir. Abdulmuttalib'in kızı Atike veya Beyda ortaya hazırladığı bir çanak koku koymuşlardır. Oradakiler birer birer ayağa kalkıp, elini çanaktaki kokuya batırarak, "Vallahi, bundan böyle Mekke'de yerli olsun, yabancı olsun, zulme uğramış hiç bir kimse bırakmayacağız. Zulme meydan vermeyeceğiz. Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla birlikte hareket edeceğiz. Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağları yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe'ye istilam ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu kararımızda sebat edeceğiz" diye yemin etmişlerdir.
Bu anlaşma, daha önceki zamanlarda aynı amaçla Cürhüm ve Katura kabilesinde Fadl ve Hidayl adlı bir kaç kişinin yaptıkları anlaşmaya çok benzediği için onların adına gönderme yapılarak, "Fadl'ların anlaşması" anlamındaki "Hıtfu'l-Fudûl" olarak adlandırılmıştır. Fudûl kelimesi "fazlalık şey" anlamına gelmektedir. Bu antlaşmayı yapanlar, zulmedenlere fazladan zulmen alınan mallarını geri vermek üzere yemin ettikleri için bu isimle anılmışlardır. Anlaşmaya katılanlar ilk iş olarak As bin Vail'in kapısının önüne dikilmiş, ondan Zebidî'nin hakkını almışlardır. Daha sonra da benzeri olaylarda zulmün ortadan kaldırılması yolunda, başarılı girişimleri olmuştur. Bunu iki örnekle açıklamak isterim.
Birinci örnek, Has'am kabilesinden birisi kızı ile birlikte Hac için Mekke'ye gelir. Mekke'nin güçlü kişilerinden Nübeyh bin Haccac çok beğendiği kızı babasının elinden zorla alarak evine kapatır. Kızını kurtarmak için çırpınıp adama Hılfu'l-Fudûl'a başvurması tavsiye edilir. Adamın başvurusu üzerine hemen Nubeyh'in evi kuşatılır ve çaresiz kalan zalim, kızı babasına teslim eder.
İkinci örnek ise, Sumale kabilesinden bir tacir mallarının bir kısmını Mekke reislerinden Ubey bin Halef'e satar. Ancak Ubey üzerinde anlaştıkları bedeli tacire ödemez. Hılfu'l-Fudûl'a başvuran adama, "şimdi sen hemen Ubey'e git ve ona Fudulî'lerden geldiğini, ödemeyi derhal yapmazsa bizim gelişimizi beklemesini söyle" derler. Bu haber Ubey'e ulaşınca vakit geçirmeden adamın parasını hemen öder.
"Fadl'lar Andlaşması"na, o zaman yirmi yaşlarında olan ve henüz Peygamber olmayan Hz. Muhammed de katılmıştır. Ahmed bin Hanbel'in söylediğine göre, Peygamber olduktan sonra, Hz. Muhammed bu antlaşma hakkında şöyle demiştir: "Âbdullah bin Cud'an'ın evinde yapılan Yemin merasiminde ben de bulundum. Bence o yemin kırmızı tüylü bir deve sürüsüne sahip olmaktan daha değerlidir. O zaman Haşim, Zühre ve Teym Oğulları, deniz bir kıl parçasını ıslatacak kadar suya sahip oldukça mazlumlarla birlikte bulunacaklarına and içmişlerdi. Ben o anlaşmaya, İslâm devrinde bile çağrılsam katılırdım demiştir.
Bu anlaşmaya katılanlar sonradan aralarına başka kimseyi alamadıkları için onların ölümüyle "hılfu'l-fudûl" son bulmuştur. Fakat fiilen devam etmese de yıllarca sonra ‘’hılfu'l-Fudûl'’dan söz etmek zalimleri korkutmaya yetmiştir. Yıllar sonra Muaviye'nin yönetimi döneminde Medine valisi Velid bin Utbe, bir haksızlıktan dolayı kendisine zulmetmeye kalkışınca, Hazreti Hüseyin, "vallahi, ya adalete riayet eder hakkımı verirsin, yahut kılıcımı çekerek Rasûlullah'ın Mescidi'nin kapısına dikilir, halkı ‘’Hılfu'l-Fudûl'’a davet ederim." diyerek onu tehdit etmiştir. Bunu duyan Abdullah bin Zübeyr, "Vallahi, eğer Hüseyin böyle bir davette bulunacak olursa, ben de kılıcımı çeker, ona adalet üzerine hakkı verilinceye kadar onunla birlikte ayaklanırım, yahut da hep birlikte ölürüz" demiştir. Bu dayanışmaya daha başkaları da katılınca Velid çaresiz Hazreti Hüseyin'e hakkını teslim etmiştir.
Görüldüğü gibi insanoğlu her dönem kendini tekrar edip durmuştur. Yaşadığımız şu dönemde yapılan hukuksuzluklar cahiliye döneminden çok farklı değildir. O dönemden tek farklılık, bu dönemde zulme karşı direnmek yok. Toplumsal dayanışmanın yerini, vurdumduymazlık almıştır. Cahiliye döneminin insanlar bile, haksızlık karşısında birlik olmak ve direnmek konusunda, bu dönemin insanlarından daha yürekliymiş. Bu nedenle, ‘’Hılfu'l-Fudûl'’ anlaşması, hem zulmeden zalimlere, hem de zulüm karşısında birlik ve dayanışma içinde olmayanlara ders olmalıdır.
(14, Kasım, 2024-Ordu)