FETULAH ÖLDÜ DİYE FETÖCÜLÜK ÖLMEZ.
Necdet Topçuoğlu
Unutursak bir sabah bakmışız ki, devlet elimizden uçup gitmiş. Daha 1993 yılında Fetullah Gülen’in ‘bize değil Batı’ya hizmet ettiği’anlaşılmıştır. Bazı yazarlar 2003 yılında büyüyen tehlikeye dikkat çekerek “bu gidişle ülkenin 2011 yılı sonrasında iç savaşa sürükleneceğini” kayıtlara geçirmişlerdi. 2014 yılında “devleti ele geçirmek için Paralel Yapı ve Ergenekon arasındaki hesaplaşmanın Türkiye’yi işgale açacak bir devlet krizi ve sonrasında iç savaş getireceğini” açıkça konuşanlar vardı. 15 Temmuz 2016’ya gelinceye kadar 25 yıl boyunca, Fetö terör örgütünün tehlikeleri dile getirilmiştir. Ancak hep kulak arkasına atılmıştır.
Fetullah Güleni 1950’li yıllarda, daha 13 yaşındayken, Malatya’lı emekli tabip subay Dr. Esat Keşşafoğlu keşfetmiştir. Adı geçen subay ABD’ de kontrgerilla eğitimi alan, dindar subaylardan birisidir. Türkiye’de NATO bünyesindeki Türk Gladyosu’nu kuran ilk ekip arasında yer almıştır. İran yanlısı Cemalettin Kaplan’ı da kontrgerilla emrine alanın Keşşafoğlu olduğu söylenmektedir. 1952 yılında Türkiye de binlerce 13 yaşında çocuk varken Fetullah Gülen’in aranıp bulunması ilginçtir. Kendisinin bir proje oluşu bundan bellidir.
CIA/MİT/Gladyo için Fetullah neden elverişliydi? ‘Erzurum’ gibi milliyetçi, muhafazakar, vatanseverlikte sağlam bir şehirden olması, ihanetin ve gerçek niyetin daha rahat kamufle edilmesine kolaylık sağlayabilirdi. Müstemlekelerini tek tek ABD’ye devretmekte olan İngiltere, Türkiye’nin kontrolünü de 1944 yılında ABD’ye devretmişti. Böylece ABD, devraldığı Türkiye harddiskinde Fetullah Gülen’i de görme imkanına kavuşmuştur. İngilizlerin bu çocuğu kayıt altına almalarının, kendilerine göre haklı gerekçeleri vardı. Annesinin adı Refia olarak kayıtlıdır. Yahudi asıllı olduğu söylenmektedir. Pasaportuna anne adını Rabin olarak kendisi işletmiştir. Babasının Bitlis kökenli Kürt olduğu söylenmektedir.
Erzurum’da okuduğu medreseden kovulunca, Edirne de dayısının himayesine girmiştir. Böylece Yahudi kültürü altında yetişmeye başlamıştır. Edirne ve Kestane Pazarı’nın dönme Yahudi Cemaati için önemli merkezler olduğu bilinmektedir. Böylece aynı cemaat mensuplarından geniş çevre edinme imkanı bulmuştur. 13 yaşında Özel Harp Dairesi tarafından kullanılmaya başlanan Fetullah’ın, İslam Dünyası’nın röntgeni elinde olan İngiliz-ABD mihrakının emelleri için işe yarar bir özelliği de babası tarafından gelmektedir. DGM Savcılığı 1982 yılında hakkında yapılan soruşturmada Fetullah Gülen’in ‘Dahhâk’ rumuzu ile yazılar yazdığını tespit etmiştir.
Türkiye’de yaşayan bir insan kendisine neden “Dahhâk” rumuzu koyar? Dahhâk, İran tarihine ait bir sözcüktür. Şah Cemşit’i acımasızca, testere ile ortadan ikiye keserek katleden, İran halkına ifadesi zor zulümler uygulayan ‘Dahhâk’, İran’da “Dahhâk-ı zâlim” diye anılmaktadır. ‘Hoşgörü şampiyonu’ bir insan böyle bir vahşi ve gaddar bir zalimin adını niçin kendine yakıştırmıştır? Çünkü O, İran’dan Erzurum’a kaçarak gelen bir dedenin anlattığı öykülerle doldurulmuş, bu öfkeyle büyümüş bir torundur. İçinde büyüyen intikamcı misyonun ifadesidir ‘Dahhâk’! Dahhak’ın zulümleri yüreğini serinletiyor olmalıdır. Dahhâk’ın katlettiği İranlılar o devirde, Müslüman Türk’lerdi. Fetullah, aslında Türk şahlıklarından NasiruddinŞah’ı öldüren katilin adıdır. Fetullah Gülen’e bu katilin adı verilmiştir.
Gülen’in adını aldığı Babi terörist lideri suikastçi Fetullah yakalanır. Sorgusunda kendisini “Nur fedaisi” olarak tanıtmıştır. Kutsal kitabının “Kitabu’n Nur” olduğunu, ‘tüm dinlerin eşit’ olduğunu, Allah’ın ‘vahiy göndermeye devam ettiğini’ İnandığı Bâbi liderinin Allah tarafından yönlendirildiğine inandığını savunmuştur. Her bir “nur fedaisi”nin yaşadığı, gizli binlerce “Işık evleri” olduğunu söylemiştir. “Bizden korkun! Zaferimiz yakındır” demiştir. Fakat idam edilmekten kurtulamamıştır. Vücudunu ibret olsun diye dört parçaya ayırmışlar. Şehrin dört kapısına asmışlar. Bilindiği gibi ‘Bâb’ kapı demektir. Bütün Sızıntı dergilerinde mutlaka açılan bir ‘kapı’ ve kapıdan akan bir ‘ışık’ resmi mevcuttur. Zaten Işık Evlerini hepimiz biliyoruz.
Fetullah Gülen için ortaya çıkan resim şudur. Anne tarafından Yahudi, baba tarafından İranlı Babi, yani İngiliz Yahudiliğinin uydurduğu yeni ortak din etkisi altında olan bir kişi elbette yabancı istihbarat servisleri için bulunmaz Hint kumaşıdır. Üstelik Bâbilikte var olan gizli ilimlere dayalı hareket ve ismaili (kendini gizlemeye dayalı hareket) şuuru çekirdekten yüklenmiş bir Erzurumlu Müslüman biçilmiş kaftandır! Geriye eğitim, örgütleme ve destekleme kalmaktadır. Herhalde İngiliz-ABD kayıtlarında bu ailenin olması ve 13 yaşındayken Fetullah’ın seçilmesinin neden tesadüf olmadığı, hatta ‘nesilden nesile’ izlenen nasıl bir proje olduğu anlaşılmıştır. 1952 yılında 13 yaşındayken kendisini keşfeden Keşşafoğlu’ndan sonra Fetullah Gülen’in hayatına giren CIA Başkan Yardımcılığı yapan, Graham Fuller olmuştur. Kendisini ABD’ye götüren de odur.
Fetullah’ın önemli bir koruyucusu daha vardı. Bu kişi 1966-71 yılları arasında MİT Müsteşarı olarak görev yapan Fuat Doğu’dur. Bilindiği gibi o yıllarda MİT ile CIA yakın ilişki içindeydi. Fuat Doğu’nun yakın görüştüğü önemli bir isim, CIA ajanı Reinhard Gehlen’dir. Bu kişi Almanya’daki ABD paralel devletini kurmuştur. Bu örgüt sonradan Alman İstihbarat Teşkilatı (BND) olmuştur. Gehlen aynı zamanda Futa Doğu’nun meslekte üstadı ve hocasıydı. Komünizme karşı espiyonaj, Gehlen’in öğrettikleri ile MİT’te yerleşiyordu. Fuat Doğu’nun, mucidinden öğrendiği paralel yapılanmanın inceliklerini Gülen’e aktardığı, Gehlen-Gülen hareketlerindeki benzerliklerden de anlaşılmaktadır.
1979 yılında Humeyni’nin Paris’ten Tahran’a devrimle döndüğü günlerde Nurettin Veren, Gülen’e sormuş: “Bizde de değişim böyle mi yaşanacak?” Gülen’in cevabı bugün için kapak niteliğindedir “Humeyni hareketi, ancak üçüncü sınıf bir harekettir. Bizim hareketimiz ise birinci sınıf bir hareket olacaktır. Görünmez, bilinmez, hissedilmez bir harekettir. Tam da söylediği tarzda hayalet gibi bir cemaat var karşımızda. Bütün millet seferber oldu yakalamaya çalışıyor ve hala bulduklarından da emin olamıyorlar. Tam bir Batıni, Hurufi, İsmaili, Babi sentezi, melez, birinci sınıf bir ihanet örgütü! Lakin, unuttukları bir ayrıntı, karşısında da birinci sınıf bir milletin var olduğudur. Bu millet uyandığı zaman harka işler yapmaktadır.
1980’li yıllarda Gülen’in yanında kudretli CHP Genel Sekreteri olan Kasım Gülek yer almıştır. Ecevit’i Gülensever yapan Kasım Gülek ve Hüsamettin Özkan’dır. Rahşan Ecevit Kasım Gülek'in kızı Tayyibe Gülek'i DSP'den Milletvekili yapmıştır.Bir programda Fatih Altaylı Fetullah Gülen’e soruyor. “Size mason diyebilir miyiz?” sorusuna “Masonluk kötü bir şey değil. Bana mason diyebilirsiniz.” Cevabını alıyor. Bu irtibat, Fetullahçı gruba saydığımız İslam tarihinde doğan bazı akımlar yanında, Masonluğun ‘gizli örgütlenme’ anlayışını da yerleştirecek bir başlangıç olmuştur. Belki hayatındaki en masum yol arkadaşı 2006 yılında vefat eden Yaşar Tunagür olmuştur. Gülen’in rol aldığı Kestane Pazarı’nda kurulan ilk dernekte Bahai ve Sabetay vatandaşlarımızın toplanması bir tesadüf değildir.
Demirel ve Özal’a Gülen’i emanet eden, Graham Fuller olduğu kadar, şüphesiz aynı zamanda Vaiz ağabeyi Yaşar Tunagür olmuştur. Bir vaiz iken Londra’ya çok sık gitmesi, Aramco ve Rabıta ile yakın ilişkileri dikkat çekmiştir. Ortadoğu’ya seyahatleri ve her yıl Hac Mevsiminde ABD’lilerle Arabistan’da yaptığı toplantılar nedeniyle hakkında TBMM’de “Yaşar Tunagür’ün Zararlı Faaliyetlerini Araştırma Komisyonu” kurulmuştur. Korunduğu için hiçbir şey yapılamamıştır. O da Gülen gibi hayatı muamma bir din adamıydı.
Fetullah Gülen nurcu değildi. Yaşar Tunagür onu Risale-i Nur dairesine katmıştı. Fetullahçılık, artık Nurcu bir ekol havasına bürünecekti. O derecede ki Hurufi ve Batıni hortlayış ile, güya, ebced hesabı yapılarak Said Nursi’nin Risale-i Nur’da haber verdiği gelecek olan Mehdinin Fetullah Gülen olduğuna bile inanılacaktı. Böylece Tunagür’ün de Gülen’e büyük itaat imkanı sağlayan katkısı “mehdilik” olmuştur. Bütün bu ilişkilerin üstüne, Papanın elini öpüp “Papalık Misyonu’nun parçası” olduğunu açıkladığı mektubunu da ortaya koyarsak, Fetullah Gülen’in yaşamında nasıl bir resmin ortaya çıktığı görülmektedir.
Büyük resmi tam olarak görmek için, Gülen’i ortaya koyup hayat yolundaki arkadaşlarını yeniden sıralayalım. NATO’cu Kontrgerilla Keşşafoğlu, CIA Başkan Yardımcısı Graham Fuller, Mason Gülek, Yahudi Alaton, Muamma Vaiz Tunagür ve Vatikan lideri Papa! Bir insanın hamileri ve hayat arkadaşları bu isimler ise kendisi kimlerdendir anlamak hiç de zor değildir. Denebilir ki daha birçok insan kırk yıl, otuz yıl yanında olmuştur. Gerisi, sadece Gülen’in kendi yolunun hizmetkârları, dolgu malzemeleri, koçbaşlarıdır. İstikamete etki eden değil, o yolda ‘hizmet’(!)e katkı verenlerdir. Fetullahçı Hareketin başta ABD olmak üzere, işgal güçlerinin Truva Atı olduğu, Bir NATO-Gladyo projesi olarak geliştiği, Dünya devletinin baronlarının hizmetinde küresel bir karanlık aktör olduğu açıkça bellidir.
CIA, MOSSAD ve o dönemde kontrollerindeki MİT üçlemesinin vaftiz çocuğu olan FETÖ ile sürekli himaye edildiği Türkiye Cumhuriyeti devleti arasında kimyanın bozulmaya başladığı tarih MİT’in millileşme tarihi oldu. 2010 yılı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Güçlü ordu, proaktif MİT” vizyonunu ilan ederek Hakan Fidan’ı Müsteşarlığa atadığı 2010 yılı fitilin ateşlendiği tarih olmuştur. Alman, İsrail ve ABD istihbaratlarının Fidan’ın atamasına karşı açık kaynaklara yansıyan direnişini Erdoğan umursamamıştır. Fidan hakkında “İran ajanı” iftira kampanyası o vakit başlamıştı. İki defa Hakan Fidan’ı tutuklama girişimleri yaşanmıştır.
Gülen’in hayatının araştırılmasına izin verilmedi. Araştırılsa saydığımız Gladyo’cu, MİT’çi, Yahudi, Bahai ve Misyoner birçok gayrı milli, gayrı islami ve gayrı meşru işbirliği ilişkileri gözler önüne serilecekti. Bu gerçeklerin gizlenmesi çok önemliydi. Perde arkasında kurulan gizli ilişkiler, çirkin ittifaklar ve hain emeller ifşa olursa sadece Gülen’in itibarı ve Fetullahçı Hareket sarsılmaz, Dünya baronlarının küresel oyunlarından biri bozulur, Türkiye’nin başına örülen çorap sökülürdü. O nedenle, bu gerçekler ortaya saçılmamalı, Gülen’in gözyaşlarının, hıçkırıkların büyüsü bozulmamalıydı.
Bunun için Gülen’e dokunanlar hep yandı. Hayatını araştıran gazeteciler bir bir öldürüldü. Emniyet Genel Müdür Yardımcılarına kumpas kurmaya yanaşmayan, FETÖ liderinin hayatını da araştıran İrfan Erbarıştıran öldürüldü.
Yine FETÖ liderinin hayatını incelerken görev yaptığı Kırklareli’nde tuvalet görevlisi ile ilişkiye girdiği iddiasını da ortaya atan Gazeteci Haydar Meriç öldürülenlerden bir başkasıdır. Özel hayatına ilişkin iddiaları olanlardan kendinden haber alınamayanlar da vardır. Uğur Mumcu, Fetullahçılığın CIA emrinde bir işgal gücü olduğunu ifşa ediyordu. Hablemitoğlu Gülen’in Batı ile işbirliğini anlatıyordu. Öldürüldüler.
“Vatikan’ın Müslüman Gizli Kardinali”ni açıklayacağını söyleyince Aytunç Altındal –ailesinin iddiasına göre- öldürüldü. Gülen Hareketi için ‘Opus Dei’ nitelemesi Altındal’a aittir. Bu ‘’Opus Dei’’ örgütünü ayrıca yazacağım. Altındal, kendisine yönelik iki defa suikast girişiminde bulunulduğunu da ölmeden önce açıklamıştı. “Fetullah Müslüman mı?” kitabının Türkçü yazarı, Birdal saldırısının azmettiricisi olarak da bilinen Semih Tufan Gülaltay çeşitli nedenlerle 74 yıl hapis yedi, kitapsa bir daha basılamadı.
Özetlersek; Kırk yıllık planlı bir çalışma ile FETÖ adını verdiğimiz, liderinin hayatını kuşatanlar İslam ve Türk düşmanları olan, gizli örgütlenmenin tüm kurallarını uygulayarak ilerleyen, başından beri esir alınmış, fikriyatını da bu amaca göre kurgulamış bir insan üzerinden, suç ortaklığı bağımlılığına dayalı kontrol mekanizmaları oluşturulmuş, tarihteki Batıni, İsmaili, Babi, Hurufi, Sabbahi, Masonluk ve Opus Dei hareketlerini radikal bir tavırla günümüzde sentezleyerek ABD başta olmak üzere Batı tarafından küresel bir manevi hipnoz ve ihanet şebekesi desteklenerek inşa edilmiştir. Melez bir örgüttür.
----------------------------
Not: Bu yazı açık kaynaklardan derlenmiştir. Merak edilen her ayrıntıya internet ortamında ulaşmak mümkündür.
(21, Ekim, 2024-Ordu)