Mithat Baş


Güç ve İktidar

İnsanoğlu tarih boyunca gücü ele geçirerek iktidar olma ve bunun sonunda da maddi ve manevi anlamda huzur yakalama peşinde koşmuştur. Bir başka deyimle insanoğlu iktidarı ele geçirme uğraşları ve savaşları ile Tanrı veya tanrılarla barışık yaşayarak manevi huzura ulaşma çabaları içine de girmiştir


Güç ve İktidar

Yazar: Mithat Baş

İnsanoğlu tarih boyunca gücü ele geçirerek iktidar olma ve bunun sonunda da maddi ve manevi anlamda huzur yakalama peşinde koşmuştur. Bir başka deyimle insanoğlu iktidarı ele geçirme uğraşları ve savaşları ile Tanrı veya tanrılarla barışık yaşayarak manevi huzura ulaşma çabaları içine de girmiştir.

Güç ve iktidarı ele geçirmek için 

insanların kullandığı en etkin yöntem,  tarih boyunca din ve inanç öğretilerinin siyasallaştırılması olmuştur. Çünkü insanlar ve toplumlar, bağlı bulundukları din ve inanç öğretilerinin kendilerine ne söylediğine veya söylemediğine bir şekilde bakarlar ve onları önemserler.

Sümerlerde, Mısırlılarda ve diğer pagan toplumlarda tanrılar kimi zaman kral veya imparatorlarla özdeşleşmişler, Eski Yunan ve Roma uygarlıklarında ise tanrılar sayısal olarak daha da artmış, insanlar gibi evlenip çoluk çocuk sahibi olabilmişlerdir. Kralların çoğu yarı tanrı sayılan insanların evliliğinden olan kimselerden gelmedir. 

Bazı inançlardaki sakatlıklar kimi zaman bir uygarlığın sonunu getirmiştir. 

Aztekleri İspanyol istilacılarına karşı koymamaya götüren etkenler arasında Aztek inançlarının olumsuz etkilerini göz ardı etmemek gerekir. Yerleşik Aztek inancına göre falcılık ve kehanet sonucu o yıl geleceğini sandıkları tanrıyı bekleyenler, İspanyol ordularını törenle karşılamış ve kendi sonlarını kendileri getirmiştir. İspanyol Komutanı Herman Cortes’in beklenen tanrı değil, sonlarını getirecek katiller sürüsünün başı olduğunu anlayamamışlardır.

Kimi inançlar da tarihi süreç içerisinde gücü elinde tutan başkaları olduğunda kral veya hükümdarın emrine girmiştir. Havari Aziz Petrus  “Herkese hürmet ediniz, Kardeşleri seviniz, Rabb’dan korkunuz, Hükümdarlara hürmet ediniz” diyerek Roma İmparatorunun etkisine 

girmiş, kişiliğinde tarihin takiyye ve sahte davranışlara tanıklık etmesine yardımcı olmuştur. Benzer açıklamaları yine Hıristiyan Havarilerinden Aziz Paulus’un sözlerinde de bulmak mümkündür. Aynı zihniyetin devamı olan kilise, Ortaçağ Hıristiyanlığı döneminde güç ve iktidar ellerine geçince, saygıyı, hürmeti unutmuş, engizisyon mahkemelerinde bilim insanları ve karşıt görüştekilere kan kusturmuştur. 

Gücü ve iktidarı eline geçirenler, her dönemde inançları istismar etmeye devam ettiler. Haçlı Seferlerini salt dini duygularla yapılan seferler olarak görmek saflıktır. Avrupalı Kral ve derebeylerin düzenledikleri ve Papalığın da desteklediği bu seferlerin amacı kutsal toprakları Müslümanlardan 

kurtarmak değil, bu toprakların zenginliklerine el atmak ve var olduğu söylenilen mistik hazineleri ele geçirme arzusuydu. Ama yüz binleri oralara kadar götürmek için haçın gücüne ihtiyaçları vardı ve o yüzden de öne haçı koydular. Tıpkı günümüzde “demokrasiyi” koydukları gibi.

Haçlı Seferleri ile net bir şekilde karşımıza çıkan bu anlayış, sonraki dönemlerde emperyalist yayılmanın temellerini atmıştır. İşgalci devletler, kazancını artırmak veya yeni kazanç peşinde koşan uluslar arası şirketler, adına küresel sermaye denilen finans kuruluşları, toplumların inançlarını sömürerek ve alet ederek hep ele ele vermişler, yerli işbirlikçiler bulmuşlar ve emellerini gerçekleştirmişlerdir. 

Kenya Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta’nın romanlara bile konu olan şu sözleri ne acıdır:

“Beyazlar Afrika’ya geldiklerinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Uyandığımızda gördük ki onların toprakları bizim İncillerimiz vardı.”

Benzer uygulamalar İslam tarihinde de görüldü. Gücü ve iktidarı elinde tutanlar, dini kendi çıkarlarına alet ederek düşmanlar yarattılar. “Asr-ı Saadet” den sonra iktidar savaşları kızıştı. Peygamberin vefatını müteakip dört halife devrinde bile halifelerden üçü suikasta uğrayarak öldürüldü.

İktidara sahip olanlar, kendi doğrultularında fetva vermiyor diye hem Emeviler hem de Abbasiler döneminde din bilgilerine işkenceler yaptılar. Onları zindanlarda çürüttüler. Hatta zehirleyerek öldürdüler. İmam-ı Azam Ebu Hanife bunlardan sadece birisiydi.

Seyyid Âşık Nesimi’nin başına gelenler de ilginçtir. Nesimi’nin “Tanrı’nın insan yüzünde tecelli etmesi” ve “vücudun bütün organlarını harflerle izah” gibi fikirleri Sünnî çevrelerde tepkiyle karşılandı. Halep uleması onun ulûhiyet iddia ettiğini, görüşlerinin İslâm’a aykırı olduğunu ileri sürerek öldürülmesi için fetva verdi. Bu fetva, Memluk Sultanının onayını alan saltanat naibi Emir Yeşbek tarafından boynu vurulup derisi yüzülmek suretiyle uygulandı. Ölüm 

tarihi konusunda tam bir uyuşma yoktur. Ancak 1408 ile 1427 yılları arasında katledildiğini belirten görüşler vardır.

İslâm tasavvufunun Vahdet-i Vücud okuluna mensup Osmanlı mutasavvıfı, filozofu ve kazaskeri Şeyh Bedreddin de düşünceleri yüzünden 1420 yılında öldürülmüştür.  Onun doktrinini özgürlük ve eşitlik gibi liberal ilkelere dayandıran kimileri, onu Osmanlı liberallerinin öncüsü sayarken, kimi tasavvuf ve fıkıh (İslâm hukuku) bilginlerince de düşünceleri eleştirilir. Buna karşılık, özel mülkiyeti reddetmesi, her türlü mülkün halkın ortak malı olması gerektiğini savunması nedeniyle sosyalist çevrelerce bir öncü olarak sayılıp beğenilir. Çağdaş sosyalizm uygulamalarını çağrıştıran yönetim 

önerileri ve yöntem anlayışı ile önemsenir. Güç ve iktidar sahipleri onun yaşamasını doğru bulmamışlardır.

Osmanlı Hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın döneminde birçok fetvayla Alevilerin katledilmesi ve mallarının helal sayılmasını sağlayan Şeyhülislam Ebussuud Efendi de gücü ve iktidarı elinde tutanların kılıcı olmuştur. Onun fetvalarının etkisi yüzlerce yıl sürmüş ve Anadolu’da yüz binlerce Türkmen’in kanına girilmiştir. Ebussud Efendi daha da ileri gitmiş, Yunus Emre’nin şiirlerini okuyanları kâfir ilan etmiştir.

Cumhuriyet döneminde sırf görüşleri iktidara uymuyor diye Şair Nazım Hikmet ülkeden kaçmak zorunda kalmış ve hayatını kurtarmış, aynı girişimde 

bulunan Yazar Sabahattin Ali sınırda öldürülmüştür.

Özellikle son elli yılda faili meçhul olarak katledilen onlarca aydın, gazeteci ve akademisyenin faillerinin hala bulunamamış olması düşündürücüdür. Son elli yılda onlarca aydınının katillerini bulmayan veya bulmak istemeyen bir devletin karanlık bir yüzü olsa gerektir.    

Gücü ve iktidarı elinde tutanlar, insanlığın geleceğinin göründüğü kilimi dokumaya devam ediyorlar.

İnandıkları öğretilerde hırs, kin, kan ve düşmanlıklar günah sayılsa da!