Mithat Baş

Tarih: 19.11.2024 17:17

İSLAM DÜNYASINDA BİLİMDEN NASIL KOPULDU?

Facebook Twitter Linked-in

İSLAM DÜNYASINDA BİLİMDEN NASIL KOPULDU? 
Her toplumun tarihinde iniş ve çıkışlar, karanlık ve aydınlık dönemler olmuştur.  Müslüman toplumlar için de durum böyledir. Sorun; çağımız Müslümanların bilimde ileri oldukları yükseliş dönemlerindeki değerler yerine, Gazali’yle başlayan bilginin gereksiz, aklın yetersiz görüldüğü çöküş dönemindeki değerlere sahip çıkmalarıdır. Günümüz Türkiye’sinde de olan budur.
Müslüman toplumlar bilim sayesinde gelişti ve yayıldılar. Yayılmacılık güçle, güç ise bilim ve teknoloji ile olur. Müslümanların Arap coğrafyasından başlayarak Kuzey Afrika ve İspanya’ya,  diğer taraftan Hindistan ve uzak doğu ülkelerine kadar geniş bir coğrafyayı işgal etmeleri bu sayede olmuştur. Avrupa toplumları ortaçağ karanlığında iken, Müslüman toplumlar bugünün aksine, İslam’ın ilk yıllarında bilim ve teknolojide ön saflarda yer alıyordu. Dönemin Müslümanları bilim ve teknolojinin fetih, fethin ise zenginlik getireceğinin farkındaydılar. Bu nedenle Arap ordularının arkasından tüccarlar yürüyordu. Bilime saygıları vardı. Herkesin dilediği gibi düşünüp inanmasına izin verilirdi. İranlı ve Musevi bilim insanlarıyla birlikte evren ve onun işleyişi konusunda serbestçe tartışırlardı. Bizans imparatorları Müslüman/Arap bilim insanlarından yararlanmak için onları saraylarına davet ederlerdi. Dünyanın en zengin kütüphanesine sahiptiler. Arap kütüphaneleri, dünyanın o güne kadarki tüm bilgi ve deneyimleri kapsayan kitaplarla doluydu. Dünyadaki pek çok önemli eserleri Arapçaya çevirdiler. Okuma ve yazma oranı Avrupa toplumlarından çok yüksekti. Eğer Nobel ödülü o zaman verilseydi, kuşkusuz bunların tamamını Müslüman/Arap bilim insanları alırdı.  Aristo’yu zamanında Avrupalılardan daha iyi özümsemişler ve daha iyi biliyorlardı. Bu nedenle Yunan bilginlerini Yunanistan’da Arap sanırlardı.
İslam'ın Altın Çağı veya İslam Rönesansı, tarihsel olarak Orta Çağ'da, Abbâsîler döneminde 8. yüzyılın ortalarında başlayan ve 13. yüzyılın sonlarına kadar devam eden, İslâm dünyasının çoğunun bilimsel, ekonomik, kültürel, sanatsal, siyasi ve dinî yönlerden zirvede olduğu dönemi ifade eder.
İslam Uygarlığı, 8. yüzyıl ile 13. yüzyıllar arasında bilimsel ve felsefi düşün anlamında dünyanın önderi konumuna gelmiştir. Yunan bilgeliğinin mirasçısı olmuşlar ve bu bilgeliği sonraya taşımışlardır. Bu dönem özellikle Batılı tarihçiler tarafından “İslam Rönesansı” olarak adlandırılmaktadır.
Farabi’nin yaşadığı çağın İslam’ın altın çağı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ak, Muallim-i Sani olarak bilinen Farabi’nin, felsefe alanında, dünyadaki aydınların ve bilim insanlarının takdirini topladığını ifade etti. Farabi’nin İslam’ı ve özgür düşünceyi birlikte ele aldığını belirten Prof. Dr. Ak, ifadelerini şu şekilde sürdürdü: “Farabi, ideal devlet anlayışıyla İslam medeniyetinin inşasına katkıda bulunmuştur.  
Müslümanlar bilim dünyasına pek çok yenilik getirdiler. Değirmenleri, yelkenleri, trigonometriyi keşfettiler. Abbasi halifeleri Emin, Me’mun ve Mutasım zamanında çalar saat icat edilmişti. O devirde Avrupa karanlık çağını yaşıyordu. Müslüman toplumlar,  tarımda sulama yöntemleri geliştirdiler. Felsefe, matematik, geometri ve astronomide çok önemli gelişme sağladılar. Kimya ve metal sanayinde önemli adımların atılmasında öncülük ettiler. 
İslam kültüründe yetişen bilim adamları kimlerdir?
Hayyan (721-815), teorik ve deneysel çalışmalarıyla kimyanın gelişmesinde önemli rolü üstlenmiştir ve bu nedenle simyanın doruk noktasındaki bilim adamıdır. Birçok kimyasal bileşiğin kimyasal alet ve sürecin uygulayıcı olarak modern kimyanın kurucusu olarak kabul edilir. Ebû Bekir er-Razi, Harezmi, İbn Heysem, Uluğ Bey, Piri Reis, Ferazi, Ferganî, Birûnî, Sabit b. Kurrâ, İbn Battuta, Evliya Çelebi, Kindî, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, gibi her biri dünyaca ünlü bilim adamları yetiştirerek insanlığın her yönden gelişmesine büyük katkıda bulunmuşlardır.
Bu dönemde, Hindistan'dan Endülüs'e kadar geniş coğrafyada bilimsel çalışmalar yapılmakla birlikte, tıp, felsefe, teoloji, sanat, matematik, astronomi, İslâm hukuku gibi geniş yelpazede çalışmalar da yapılıyordu. Bu çağda, başta Antik Yunan olmak üzere geçmiş uygarlıkların ve ünlü filozofların ürettiği bilgi ve düşünceler, tercümelerle İslam dünyasına ve Endülüs kanalıyla Avrupa'ya aktarıldı. Çinlilerle yaptığı savaşlar ve diğer ilişkiler sırasında Müslüman Araplar, kâğıt üretim tekniklerini öğrendiler ve parşömen yerine kâğıt kullanımı sayesinde yazılı eserler de daha kolay yayılır oldu. Matematik alanında  ise Hintlerden alınan sıfır ve onlu sayı sisteminin keşfi sayesinde matematiğe olan ilgi arttı ve aritmetik, sıradan insanların dahi anlayabileceği ve günlük yaşamda kullanabileceği bir duruma geldi. Matematik ve aritmetiğin yanı sıra trigonometri de gelişti. Gözlemevleri inşa edildi; optik bilimi ve kimya gelişti.
Peki ne oldu da İslam dünyası bilimden koptu?
Müslümanların bilimle ilişkileri Gazali’yle birlikte kopmaya başladı. Bilginin gereksiz,  aklın yetersiz olduğu savunuluyordu. İçtihat kapıları kapandı denilerek İslam’da yeni yorumların ve fikir üretiminin önü kesildi. Bu dönemden sonra bilimden tamamen uzaklaşılmış, doğa ve toplumsal olaylar artık hurafelerle açıklanmaya başlanmıştı. Tabii ki bilim sevilmediği yerde durmazdı: Nitekim öyle de oldu. Bilimin yönü bu kez Doğu’dan Batı’ya çevrilmeye başladı. Avrupa ortaçağ karanlığından çıkmış, Rönesans’la aydınlanma dönemine girmişti.
İslam’da itikadi mezhepler olan Mutezile ve Eşariye’nin görüşlerinin İslam düşünce sistemine etkileri İslam dünyasındaki en büyük tartışmadır ve yüzyıllar boyunca devam etmektedir. 
Mutezileye göre; İnsan kendi fiillerinden sorumludur. Onun davranışları üzerinde Allah'ın bir müdahalesi yoktur. Aksi takdirde ilahi irade ile vuku bulan bir fiilden insanın sorumlu tutulması, Allah'ın adaletine ters düşer ve bu da zulmü doğurur. Akıl da Allah vergisidir ve insana düşün ve fikir üret diye verilmiştir tezini savunur.  
Eşariye göre ise nakil, akıldan üstündür. Çünkü nakille gelenleri Allah göndermiştir. Nakille gelenler toplanmış ve İslam âlimlerince yeterince yorumlanarak “içtihat kapıları” kapatılmıştır. Bu nedenle yeni yorum ve düşüncelere gerek yoktur görüşü hâkimdir. Bu durum, yeni fikir üretmenin dolayısıyla bilimin önünü tıkamıştır. 
Bu farklı iki yorum İslam dünyasının yüzyıllar boyunca gelişmesinin önünü kapatmış, mezhep savaşlarına ve fasit bir daireye dönüşmüştür. İslam’da geri kalmışlık, İslam’dan uzaklaşmanın sebebi sayılmıştır. Yazar Merdan Yanardağ bu duruma “Kutsal Kısır Döngü” adını verir.  
Yazar Mahmut Yanar’ın şu tespitleri önemlidir; “Bilim soyut, fantezi bir uğraş değildir. Sonuçları itibariyle aş demektir, iş demektir; refah demektir, mutluluk demektir; kısaca hayatta kalmak, insanca yaşamak demektir. Türkiye’nin yüzünün batıya yönelmesi, Atatürk ilke ve devrimleri, cumhuriyetin demokratik ve laik değerleri işte bu nedenle önemli ve değerlidir. Bu bağlamda, Darwin’den çok önce pek çok İslam aydını ve bilim insanı  tarafından ileri sürülen evrim teorisinin, öte yandan Türk insanını kulluktan çağdaş birey seviyesine getiren Atatürk ve değerlerinin Türk Milli Eğitim müfredatından uzaklaştırılması, öte yandan düşünceleri nedeniyle pek çok bilim insanının üniversitelerden uzaklaştırılması büyük bir talihsizlik olmuştur.”
***
KAYNAKLAR
Remzi Demir, Nerede Hata Yaptık? Lotus Yayınları, Ankara 2004.
Aydın Sayılı, “Ortaçağ İslam Dünyasında İlmi Çalışma Temposundaki Ağırlaşmanın Bazı Temel Sebepleri (Avrupa ile Mukayese)”, DTCFFAE Dergisi, cilt: I, Ankara 1963
Mahmut Yanar, ODA  tv. Bilimden Nasıl Kopuldu, Makale 
Merdan Yanardağ, İçtihat Kapısı, Kırmızı Kedi Yayınevi, İzmir 2023


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —