Yirmi sekiz yıl devlet hizmetinde çalışmış, on dört yıl da özel dershane ve okullarda çalışarak kırk iki yıl öğretmenlik yapmıştı. Eşi ev hanımıydı. Tek maaşla üç çocuğunu da okutarak meslek edinmelerini sağlamıştı. Yorgundu. Yaşlanmış vücudu artık eskisi gibi dayanıklı değildi. Yine de boş zamanlarında bilgisayarının başına oturup, mahalli gazetelere ve dergilere yazılar yazıyordu. Çoğu zaman da öğretmenevinde vakit geçirirdi. Emekli başka ne yapacaktı ki?
Akşam olunca kendisi gibi kimi emeklilerle birlikte kentin sokaklarında vitrinleri seyrederek evin yolunu tutardı. Sıra dışı bir hayatı yoktu. Dünyadan pek beklentisi de kalmamıştı. Küçük mutluluklarla yetinmesini biliyordu.
Her emekli gibi bazen cebinde para da olmuyordu. Pek dert edinmese bile kimi zaman olmadık masraflar çıkıyor, aybaşının gelmesini iple çeker oluyordu.
1990’lı yıllardı. Bir gün yine parası bitmişti. O yıllarda şimdiki gibi kredi kartı yoktu. Belki vardı da o edinmemişti. Akşam olmuş, mahalledeki evine gidecekti. Öğretmenevinde kimseden üç, dört günlüğüne de olsa borç para isteyememişti. Evine gidecek dolmuş parası bile yoktu. Bir ara parmağımdaki yüzüğü satacak oldu, utandı, satamadı. Burası küçük kentti. Kuyumcular bile kendisini tanırdı. Parmağındaki yüzüğü sattıracak kadar yokluğa düşmesine kendisi bile kızıyordu. Çaresiz yürüyecekti. Dalgın dalgın yürürken kendisi gibi emekli bir öğretmene rastladı. Bu emekli öğretmeni tanıyordu. Merhabalaştılar. Bir iki hal hatır sorduktan sonra bütün cesaretini toplayarak; “Ağabey, bana üç günlüğüne elli lira lazım” dedi. Karşıdaki hiç düşünmeden; “Ne demek, elli lira da para mı?” dedi. Cebinden çıkararak verdi. Kendisine teşekkür etti. Ayrıldılar.
Birkaç adım atmıştı ki, uzun boylu, uzun saçlı ve sakallı bir genç yanına yaklaştı. “ Hocam”, dedi, “Ben Meslek Yüksek Okulunda okuyorum. Sizinle aynı memleketteniz. Param bitti. Babamdan istedim, yarın buraya gelen minibüslerle göndereceğini söyledi. Hiç harçlığım kalmadı. Bana biraz para verir misin?..” Delikanlının konuşması bitinceye kadar sözünü kesmedi. Kendisini tanımıyordu. Fakat babası olduğunu söylediği şahıs çok sevdiği birisiydi. Hiçbir şey söylemedi. Boğazı düğümlenmişti. Kendi çocukları gözünün önüne geldi. Hiç düşünmeden biraz önce başkasından aldığı elli lirayı delikanlıya verdi.
Yakın bir yerden eşine telefon etti. Onun köşede bucakta belki parası vardır diye düşünüyordu. Eşi; “Neden önceden aramadın? Evde on beş yirmi kilo fındık var. Hemen getiriyorum. Beni mahalle durağında bekle” dedi. Eşinin kardeşinden çerezlik için gelen fındığı sattılar. Ferahlamıştı.
Üç gün sonra o genç elli lirayı getirdi. Kendisini bulmak için öğretmenevine kadar gelmişti. Parayı alırken güldü. Delikanlı neden güldüğünü sorunca olayı anlattı. Duygulanmışlardı, sarıldılar. İhtiyacı olduğunda tekrar gelmesini söyledi.
Çocuklarını ne güç şartlarda okuttuğunu biliyordu.