NÜFUS GIDA DENGESİ SAĞLANMALIDIR
Necdet Topçuoğlu
Doğada her canlının bilimsel sınıflandırmalarda kullanılan bir biyolojik adı vardır. Günümüz insanı homo sapiens olarak bilinmektedir. Türünün en eski fosil örnekleri 400 bin yıl öncesine kadar dayanmaktadır. Homo sapiens, yani modern insan, önceleri doğadan topladıkları ile yaşamını sürdürüyordu. Yaklaşık 10 bin yıl önce hayvanları evcilleştirerek ve tohumları kültüre alarak tarım dönemine geçmiştir.
Toplama döneminde homo sapiens, yani insan nüfusunun, besin maddeleri sınırlaması nedeni ile 5-10 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bugünkü dünya nüfusunun kabaca binde biri kadar olduğunu söylemek mümkündür. 10 bin yıl önce başlayan tarımsal değişim sonucu insanoğlu hayvanları ve tohumları kültür altına alarak gıda temininde gelişmeler sağlamıştır. İsa’nın doğum yılı, yani bundan 2024 yıl önce sayısal olarak yaklaşık 300 milyona erişmiştir. Bu rakam, 2000 yılındaki dünya nüfusunun yirmide biri kadardır.
Sanayi toplumunun başlangıcı olan 1750 yılında, dünya nüfusunun 800 milyon civarında olduğu hesaplanmaktadır. Nüfus 1800 yılında milyara yükselmiştir. Yaklaşık 93 yıl önce iki milyar olan dünya nüfusu, 63 yıl önce 3 ve 48 yıl önce 4 milyara yükselmiştir. BM ise 12 Ekim 1999 yılında 6 milyarıncı insanın doğduğunu dünyaya duyurmuştur. 7 milyarıncı birey ise 2012 yılında dünya ile tanışmıştır. Halen dünya nüfusunun 7.924 milyon olduğu kayıtlarda yer almaktadır.
Tarım ve sanayi sektörlerinde meydana gelen gelişmeler, dünya nüfusunda önemli artışlara neden olmuştur. Özellikle sanayileşme döneminde, bilimin yaygınlaşması ile yaşam koşulları iyileşmiş, tıp ve ilaç sanayisinde önemli gelişmelerle ilk ve ortaçağların afet haline dönüşen bulaşıcı hastalıkları kontrol altına alınmıştır. Ayrıca geliştirilen tarım teknolojileri, gıda açısından doğaya bağımlılığı azaltmıştır. Sanayi devrimi sürecinde mekanizasyon, sulama, gübre, ilaç ve tarım teknolojileri sayesinde üretim ve verimde önemli artışlar sağlanmıştır. Bilgi teknolojileri sayesinde insanoğlu nüfusunu artırmayı sürdürmüştür.
Dünya da 1999 yılı itibarıyla günde ortalama 240 bin kişinin doğduğu ve 140 bin kişinin öldüğü hesaplanmıştır. Her doğan insanın beslenme, barınma, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçlarının karşılanması dikkate alınırsa, dünya kaynaklarının bu artışı sonsuza kadar karşılayıp karşılayamayacağı tartışılmaktadır.
BM nüfus fonu uzmanları eğer gerekli önlemler alınırsa 2050 yılında dünya nüfusunun 7,9 milyar da sabitleneceğini belirtmektedirler. Her ne olursa olsun dünyanın bu nüfus yükünü taşıması zor görünmektedir.
Bu nedenle uzay çalışmalarına hız verilmelidir. Ülkeler arasında önemli farklılıklar olmasına rağmen, dünyadaki insanların yaklaşık yarısının 25 yaşın altında olduğu ifade edilmektedir. 1950 yılında, ortalama 45 yaş olan insan ömrü, yaşam şartlarının iyileşmesi ile bağlantılı olarak son yıllarda 68 yaşa kadar yükselmiştir. 1970’lerde yıllık %2,4 olan dünya nüfus artış hızının, 2020 yılı öncesinde ortalama olarak yaklaşık %1,2-1,4’e gerilediği ifade edilmektedir. Dünya nüfusunun %80’ i gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Bunların yaklaşık üçte ikisinin temizlik, üçte birinin temiz içme suyu, dörtte birinin uygun barınma ve beşte birinin çağdaş sağlık hizmetlerine erişim sorunları bulunmaktadır.
1766-1834 yılları arasında yaşayan Thomas Robert Malthus, insan nüfusu ile doğa arasındaki dengeyi konu alan, Nüfusun Temelleri (1798) adlı makalesinde, insan yaşamının gıdaya bağlı olduğunu öne sürmüştür. İnsanın çoğalma hızının gıda artış hızından yüksek olduğunu, bu iki gücün dengede olması gerektiğini savunmuştur. İnsanoğlu kendi nüfus artışını sınırlamaz, gıda aynı ölçüde artmazsa dengenin bozulacağını söylemiştir. İnsan lehine bozulan dengenin açlık, hastalık, yoksulluk ve savaş gibi önleyici faktörlerle dengeye geleceğini iddia etmiştir. Yayınlandığı günden bu yana nüfus ile ilgili tartışmalar hep Malthus’un bu yaklaşımı çevresinde yapılmıştır.
Son yıllarda doğal çevre, aşırı nüfus yükü ve yoğun sanayileşme sebebiyle bozulmaktadır. Bu durumu analiz etmek ve geleceğe yansımalarını ortaya koymak zorunludur. İnsanoğlu her soruna bir çözüm geliştirmekte, fakat bunun maliyetini hep geleceğe fatura etmektedir. Sera etkisi yapan gazların iklim üzerindeki etkileri netleşmeye başlamıştır. Ozon tabakasının delinmesinin neden olduğu sağlık sorunları bir yana, artan ortalama sıcaklık dünya iklim dengelerinde önemli değişmelere neden olmaktadır. Çok net olarak ortaya konulamamakla birlikte bu iklim değişmelerinin yağış dağılımı, rüzgâr hareketleri ve hatta yer kabuğu üzerindeki etkileri sonucu tayfun, hortum, sel gibi afetlerin etkilerinin arttığı düşünülmektedir.
Küreselleşme ile birlikte tüm dünya insanlarının televizyonlarına anında yansıyan afet görüntüleri, çevre ile insan ilişkilerinde bir şeylerin iyiye gitmediğini açıkça göstermektedir. Diğer yandan yok olan tropik ormanlar, artan erozyon, gittikçe azalan ve kalitesi düşen toprak varlığı, bozulan su dengeleri, yeraltı sularının kirlenmesi ve tuzlulaşması, nükleer kazalar, yok olan canlı türleri, yaygın fakirlik, viral ve bakteriyel hastalıklar, kötüye gidişi işaret etmektedir. Dünya genelinde ve ülkelerde, nüfus gıda dengesi sağlanmazsa, insanlığın devamı mümkün değildir. Doğa intikamını eninde sonunda alır. Yarına bırakır ama, insanoğlunun yanına bırakmaz.
(20, Kasım, 2024-Ankara)