Mithat Baş


RUHUMUZU ÖLDÜRMEYELİM

“Düşman, geceki sisten istifade etmiş, siperlerini bizimkilere o kadar yaklaştırmıştı ki, sabahleyin uyandığımızda tüfeklerin burun buruna geldiğini gördük.


RUHUMUZU ÖLDÜRMEYELİM

Mithat Baş
“Düşman, geceki sisten istifade etmiş, siperlerini bizimkilere o kadar yaklaştırmıştı ki, sabahleyin uyandığımızda tüfeklerin burun buruna geldiğini gördük. Düşmanın, bu kadar yaklaşmakta maksadı ne idi?  Süngü hücumu. Zaten biz de bunun için sabırsızlanıyorduk. Komutanımız, bizim hevesimizi bilirdi. Düşmanın sokulduğunu görür görmez emir verdi. Biz düşmandan evvel hücuma kalkalım!
Durmuş Çavuş’un yüksek ve kalın sesi işitildi: Hücum! Hücum!
Bizim taraftan yükselen sesler, düşmanın mitralyöz gürültülerini bastırıyordu. Onların bir kısmı kaçmış, bir kısmı süngüden geçmiş, bir kısmı da ellerini kaldırarak teslim olmuştu. Biraz daha uzakta başka bir düşman birliği, mütemadiyen top mermisi yağdırıyordu. Bir aralık Durmuş Çavuş’la karşı karşıya geldik. Sol kolunun bir kısmı kanlar içinde idi. Sen vurulmuşsun, diyecek oldum, parmağını dudaklarına götürerek konuşmamı engelledi. Hücum henüz bitmediği için, askerin kendisinin vurulduğunu anlamasını istememişti. 
Durmuş’un kalın ve yüksek sesi tekrar gürledi: Hücum arkadaşlar! Hücum!
Siperlerden bir süngü dalgası tekrar kabarıp taştı. Durmuş Çavuş’un en önde koşan iri vücudu sanki hepimizi kendisine çekiyor, hepimize ölümü unutturuyordu. Hepimiz de onun gibi yapıyorduk. Nihayet düşman siperlerini tamamen ele geçirdik. Atladığım siperde yerde bir mitralyöz ve yanında yaralı yatan bir düşman subayı vardı. Süngümü göğsüne dayayıp öldüreceğim sırada yalvarır gibi bir durum alarak cebinden bir resim çıkardı. Baktım, bir kadın ve iki çocukla kendisi. Yaptığı işaretlerle bu resmin kendi ailesi olduğunu anlatmak istiyordu. Kendisini öldürmeyeceğimi, ayağa kalkmasını işaret ettim. Fakat yaralıydı. Kalkamadı. 
O sırada yanıma Durmuş Çavuş geldi. Durumu ona da anlattım. Meğer ecele doğru yuvarlanan bu heybetli Türk’ün ne yumuşak bir kalbi varmış! Bir resme, bir de herifin haline baktı. Hala yağmakta olan şarapnel misketlerinden subayı kurtarmak isteyerek hemen arkasına aldı. Gerideki sargı mahalline doğru yollandı. Talihin garip cilvesi, siperden çok uzaklaşmamışlardı ki, düşman subayı ile birlikte yıkıldıklarını gördüm. Bir müddet bekledim, kalkmadılar. Koştum, yanlarına yetiştim. Zavallı çavuş, merhametinin kurbanı olmuştu. Bir düşman mermisi, onu da yükünü de öldürmüştü.”
***
Yukarıdaki öykü, I. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nde 1333 (1917) tarihinde Gazze’de geçmiştir. Ne yazık ki öyküyü kaleme alan belirtilmemiş. Öyküyü aldığım kitabın da basım tarihi ve yayınevi belli değil. Sonradan ciltlenmiş. Ön sözünden, 1930’lu yıllarda benzer öykülerle birlikte derlenip kitap haline getirildiği anlaşılıyor. 
Bu tür öyküleri çocukluğumdan beri dinlemişimdir. Yıllar önce, bir İngiliz belgeselinde konuşan ve Çanakkale Savaşlarına katıldığını söyleyen yaşlı İngiliz’in: “Hayatımda dinlediğim en muhteşem melodi, Türk siperlerinden gelen yanık sesli bir türküydü” sözünü hala anımsarım.
Savaşırken bile insanlık onurunu göz ardı etmemiştir bu toprağın insanları. Umutları tükenince bile, umutlarını yeşertmeyi bilmiş ve başarmışlardır. 
Emperyal güçlerin en büyük korkuları, bizim, yani bu toprakların insanlarının hala “ulusal bilince” sahip olmasıdır. Onu kemirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor,  her karalamaya ön ayak oluyorlar. Boşuna mı Atatürk’le uğraşmaları? Onun değerlerine “eskidi” diyecek kadar “besleme” destekçi bulmaları. Bilim ve aydınlanmanın eskidiği ne zaman görülmüştür? O nedenle Atatürk’ün düşünceleri de eskimeyecektir.
6 Şubat 2023 günü ülkemiz, belki de tarihimizin en büyük felaketlerinden birisiyle karşılaştı. Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7,7 ve 9 saat sonra 7,6 büyüklüğünde iki büyük deprem on bir vilayetimizde büyük yıkımlara ve elli bine yakın insanımızı kaybetmemize neden oldu. Bütün kötümserliğimize rağmen dünya insanlığının ölmediğini gördük. Yurt dışından ülkemize çok sayıda devlet yardıma koştu.
Türk Milleti de “millet” olma bilincini yerine getirdi. Toplum olarak elimizden gelen yardımda bulunduk ve bulunmaya devam edeceğiz. Eğer bir milletin fertleri, kilometrelerce uzakta meydana gelen depremde insanlarımızın düştüğü duruma bulundukları yerden gözyaşı döküyorsa o kutsal ruhlarını yitirmemişlerdir.
Hiç bir şey yapamazlar, yeter ki ruhumuzu öldürmeyelim.