Necdet Topçuoğlu


TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİNİN JANDARMASI OLAMAZ

Avrupa Birliği 1951 yılında ilk önce Avrupa Kömür Çelik Topluluğu olarak kuruldu. Böyle bir topluluğun kurulmasının amacı, Avrupalılar arasında bitmek tükenmek bilmeyen savaşların önlenmesiydi.


TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİNİN JANDARMASI OLAMAZ

Necdet Topçuoğlu

Avrupa Birliği 1951 yılında ilk önce Avrupa Kömür Çelik Topluluğu olarak kuruldu. Böyle bir topluluğun kurulmasının amacı, Avrupalılar arasında bitmek tükenmek bilmeyen savaşların önlenmesiydi. Bu topluluk 1957 yılında imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dönüştürülerek “Ortak Pazar” kurulmuş oldu. Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri ilk defa 1963 yılında başladı. O tarihten bugüne kadar kör topal yürüyen ilişkiler, Türkiye için sonunda çıkmaz sokak konumuna gelmiş oldu.

Kim ne derse desin bu Birliğin temelinde Haçlı Zihniyeti yatmaktadır. Hristiyan Birliği olarak kurulan bu topluluğun bir Müslüman ülkeyi aralarına alacak kadar olgun olmadığını geride kalan yıllar bize göstermiştir. Avrupa Birliği’ne giden yolun adeta mayın ve tuzaklarla dolu olduğunu aslında Türkiye’yi yönetenler hep anlamışlar ve oldukça temkinli hareket etmişlerdir. Ancak 2003 yılına gelindiğinde Avrupa Birliği Türkiye için yeni bir Organizasyonmuş gibi algılanmaya başlandı. Halbuki o dönemin yöneticileri geçmişte takındıkları tutum ve tavırlar itibariyle AB’ye hep karşı oldukları görüntüsünü vermişlerdir. Peki neden birden bire Türkiye için yeni bir AB sevdası başlamıştı bunu analiz etmenin faydalı olacağı düşünülmektedir.

Türkiye’de demokratik açılımlar arzusunda olanların, Devletin iç dinamiklerini aşarak amaçlarına ulaşamayacaklarını anlamaları onları, dış destek aramaya yöneltmiştir. Bu sebeple temelde AB’ye karşı oldukları halde AB üzerinden siyaset yaparak Demokratik açılımları gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir. Ancak daha sonra AK Partinin Siyasal İslama yönelmesi, AB görüşmelerini sekteye uğratmıştır. Türkiye anayasa ve hukuktan iyice uzaklaştıkça, Türkiye-AB ilişkileri buz dolabına kaldırılmıştır.

Aslında 1996 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması, Türkiye-AB ilişkilerinin kırılma noktası olarak değerlendirilmelidir. Çünkü AB, bu anlaşma ile istediklerini peşin olarak almıştır. O tarihten bugüne kadar taraflar arasında karşılıklı olarak yapılan alışverişte hep zarar eden taraf Türkiye olmuştur. Söz konusu zararın yılda 250 milyar doları bulduğu söylenmektedir. Bu ne biçim alışveriştir ki hep kaybeden Türkiye, sürekli kazanan AB tarafı olmuştur. Bunun incelenmesi zorunlu görülmektedir. Böyle bir durumda AB, neden Türkiye’yi Birliğe daimi üye olarak almayı düşünsün, zaten Türkiye’den alması gerekenleri peşin olarak almış durumdadır. Bu nedenle Gümrük Birliği anlaşmasından vaz geçilmelidir.

Türkiye aynı zamanda askeri bir organizasyon olan NATO’nun da üyesidir.Türkiye NATO’da neden vardır, çünkü NATO külfettir. AB’de neden yoktur veya olması istenmiyor, çünkü AB imkanlar itibariyle nimettir. Bize demek istiyorlar ki siz külfette varsınız ama nimet de yoksunuz. İşte bu durum, AB’nin samimiyetsizliğinin bir göstergesidir. Türkiye-AB ilişkilerini yakından takip edenler, ilişkilerin sürdüğü son dönemde bir çok defa ilerleme raporlarının yayımlandığına tanık olmuşlardır. Bu raporlarda, işsizlik, kırsal nüfus ve tarım gibi sorunlarımızın olduğu konularda hep kalıcı kısıtlamalar koymuşlardır. Ancak kendi isteklerini ise hep peşin olarak bize yaptırmışlardır. Bu ne biçim alışveriştir ki AB’nin istekleri peşin, Türkiye’nin istekleri veresiye olmaktadır. Böyle bir ticareti anlamak mümkün değildir.

Türkiye endüstriyel kalkınmasını henüz tamamlayamadığı için, doğal olarak istihdam ve işsizlik sorunlarını çözememiştir. Yapılan görüşmelerde Türk işçilerinin AB’de serbest dolaşımına izin verilemeyeceği, aksi takdirde Türkiye’nin on milyon işsizinin Avrupa’ya akın edeceğinden kaygı duyulduğu ifade edilmektedir. Bu sebeple serbest dolaşıma kalıcı kısıtlama getirilmektedir. AB’de kırsal kesime sağlanan destekler nüfusa göre verilmektedir. Kırsal kesim nüfusu AB ülkelerinde %3 dolayındadır. Halbuki Türkiye’nin kırsal kesim nüfusu halen %18 seviyesindedir. AB, bu oranın %10’un altına çekilmesini istemektedir. Bu konuda da Türkiye’ye kalıcı kısıtlama koymaktadır. Kırsal kesim nüfusunun aşağı çekilmesi, sanayi sektöründe ve hizmetler sektöründe istihdamın artması ile ilgilidir. Bunun kısa sürede gerçekleşmesi mümkün  değildir.

Avrupa Birliği, Birliğe katılacak ülkelerin sınır sorunu olmamasını şart koşarken, KKTC ile sınır sorunu olan Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni AB daimi üyeliğine kabul etmiştir. Öteyandan KKTC için aynı imkanı sağlamadığı gibi Annan Planı gereğince KKTC’yi Rumlara peşkeş çekmek isteyen tarafta yer almıştır. Diğer taraftan ilerleme raporlarının eklerinde, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan su kaynaklarının Uluslar arası bir kurum tarafından yönetilmesini isteyerek, İsrail taleplerine kapı aralamıştır. AB’nin Türkiye aleyhtarı tutum ve tavırları konusundaki örneklerin sayısını artırmak mümkündür.

Türkiye Suriye sürecinde izlemiş olduğu hatalı politikalar sonucunda, AB tarafından göçmen deposu, tampon ülke konumuna çekilmiştir. Ayrıca AB ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması ayağımıza kurşun sıkmak olmuştur. Türkiye, uzun zamandır Avrupa Birliğine üyelik sırası bekleyen ülkeler arasında bulunmamaktadır. Ukrayna-Rusya savaşında, Ukraynanın tükenme durumuna gelmiş olması, Trump'ın AB ülkelerine sırt çvirmesi, AB'nin yeniden Türkiye'ye yaklaşmasına neden olmuştur. Burada Türkiye'nin askeri gücünden faydalanılması düşünülmektedir. Ancak Türkiye Birlik üyesi olmadan, Avrupalıların jandarmalığına soyunmamalıdır. Bütün bunlar olurken, AB'nin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine vermeyi planladığı, 12 milyar Avro karşılığında, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyetine büyük elçilik açtırması, KKTC açısından sıkıntı yaratmıştır.

Sonuç itibariyle Avrupa Birliğ Türkiye için çeşitli tuzak ve art niyetlerle dolu bir çıkmaz sokak durumundadır. Her şeyden önce AB’nin bir medeniyet projesi olduğunu göz ardı etmek mümkün değildir. Ancak bu projenin sadece onlar için geçerli olduğunu görmek gerekir. Türkiye kendi kültürüne ve tarihi geçmişine uygun yeni medeniyet projelerinin arayışı içinde olmalıdır. Türk Cumhuriyetleri Birliğ buna örnektir. Türkiye bulunduğu coğrafi bölgenin en etkin Devletlerinden birisidir. Dünya siyasetinde dengelerin değişmesi konusunda çok etkili olabilecek bir güce sahiptir. Bir Dünya Devleti olabilmesi de sahip olduğu bu gücü kullanmasına bağlıdır. Türkiye kaybettiği hukuk sistemine tekrar kavvuşmalıdır. Aksi takdirde yalnızlık çukuruna düşmekten kurtulamayacaktır. Parlamenter sisteme geri dönülerek, Milli irade egemen kılınmalıdır.

(17, Nisan, 2025-Ordu)