TÜRKİYE YENİ ‘’SU YÖNETİM SİSTEMİ’’NE GEÇMELİDİR
Necdet Topçuoğlu
Dünyanın her yerinde sel, don, dolu, kuraklık, fırtına, orman yangınları ve aşırı sıcaklıklar gibi meteorolojik olaylar artmaktadır. Söz konusu doğa olaylarının iklim değişikliği ve küresel ısınmadan ileri geldiği ifade edilmektedir. Bilim insanlarının bunun farkında olması sorunun çözülmesi için yeterli olmamaktadır. Sonuçta kararlar bilim ve akıldışı hareket eden siyasetçiler tarafından alınmaktadır. İnsanoğlu egemen güçlerin gözü doymaz menfaatleri ile, türün geleceğinin devamı konusunda bir tercih yapmak zorundadır. Konunun önemi bilinmesine rağmen bu tercih halen yapılamamıştır.
Meydana gelen doğal afetlerin sayılarındaki artış, çeşitli can ve mal kayıplarına yol açmaktadır. Bazı duyarlı ülkeler de, afet sonrası yapılan yardımların yanında, afet risklerinin azaltılmasına yönelik araştırma ve geliştirme çalışmaları başlatılmıştır.
Dünya Bankası tarafından hazırlanan küresel iklim değişikliği raporunda, Türkiye’nin Orta Asya, Rusya ve Arnavutluk’tan sonra, aşırı iklim değişikliklerinden etkilenecek ülkeler arasında yer alacağı ifade edilmektedir. Tehlikenin varlığı bilinmesine rağmen, iklim değişikliği konusunda hiçbir tedbir alınmamaktadır. Aslında iklim sınır tanımamaktadır. Bu nedenle alınacak tedbirler konusunda ülkelerin toplu hareket etmeleri zorunlu görülmektedir.
Türkiye’de 2030 yılı itibarıyla, iç ve batı bölgelerde %40, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ise, %20-40 arasında kuraklık olacağı öngörülmektedir. 2030 yılından itibaren sıcaklıkların hızla artacağı, yağışların ise, Akdeniz ve Güneydoğu da azalırken, Karadeniz de artacağı söylenmektedir. Önceki yıllarda doğal afetlerin yarattığı maliyet, GSMH’nın %3’ü kadar ekonomik kayıplara sebep olurken, son yıllarda bu oran %4,5’a yükselmiştir. Ülkemizde yıllık ortalama sıcaklık, 1970 yılına göre 1.5 derece artarak, 14.2 C ye yükselmiştir. Bu dönemde yağış miktarı ise %12 azalmıştır. Alman iklim uzmanları tarafından yapılan tespitlerde, dünyada 2017 yılında iklim kaynaklı afetlerin yol açtığı ekonomik kayıplar, 478 milyar USD’dır. Bu kayıpların %80’i meteorolojik, %8’i hidrolojik, %9’u klimatolojik ve %3’nün ise jeofiziksel afet kaynaklı olduğu belirtilmektedir.
İklim kaynaklı risklerin en aza indirilmesi için, mevcut su kaynaklarımızın en doğru ve verimli bir şekilde yönetilmesi zorunludur. Türkiye de yılda 574 milyar metreküp yağış alınmakta olup; bu miktarın yarıdan fazlası, Sızma, Buharlaşma ve Terleme ile kaybolmaktadır. Türkiye, yerüstü ve yeraltı olmak üzere, toplam 112 milyar metreküp su potansiyeline sahiptir. Ülkemizde tarımsal sulama, içme suyu ve sanayide toplam 54 milyar metreküp su kullanılmaktadır. Akarsularımızdan çıkan 58 milyar metreküp su ise her yıl denizlere ve komşu ülkelere akmaktadır. Ülke nüfusu sürekli artarken, su kaynaklarında bir artış söz konusu değildir. Bu nedenle Türkiye, yıllar ilerledikçe kişi başına düşen su miktarı yönünden, su fakiri ülkeler sınıfına gerilemektedir. Türkiye acilen su yönetim politikasını güncelleyerek, mevcut suyunu verimli kullanırken, kullanamadığı 58 milyar metreküp suyun ne kadarını mevcut kaynaklarına katabileceğini hesaplamalıdır. Yüksek maliyetli projeler uygulamaya konularak, havzalar arası su transferleri gerçekleştirilmelidir.
Değişen dünya ve iklim şartları dikkate alınarak, deniz suyundan faydalanma konusunda projeler geliştirilmelidir. Türkiye’deki toplam ekili ve dikili alanların %17,4’ü sulu tarım alanlarıdır. Sulanabilir 8.5 milyon hektar arazinin 6.5 milyon hektarı sulanabilmektedir. Geri kalan yaklaşık 2 milyon hektar arazinin acilen sulamaya açılması gereklidir. Mevcut gıda üretiminin üçte ikisi sulu tarım alanlarından karşılanmaktadır. DSİ sulama tesislerinin %70’ini salma, %17’sini yağmurlama, %13’ünü de damla sulama sistemleri oluşturmaktadır. Sulama tesisleri uzun yıllar kullanıldığından, tahribat fazladır. Bakım ve onarım masraflarının yüksek olacağı düşünülmektedir. Bütçe ve finansman imkanları ölçüsünde, söz konusu tesislerde modernize çalışmaları yapılarak, su tasarrufu sağlayan basınçlı sulama sistemlerine geçilmelidir.
Sulama sistemlerinin verimliliği sulama randımanı ile ifade edilmektedir. Randımanlar, salma sulamada %45-50 iken, yağmurlama sulama da %75, damla sulamada ise %90-98’dir. Türkiye su zengini ülke olmadığı halde, mevcut su kaynaklarını zengin ülkeymiş gibi kullanmaktadır. Bu durum çok büyük miktarlarda su israfına neden olmaktadır. Sulama hizmetlerinin; %84’ü Sulama Birlikleri, %6,5’i Kooperatifler, %6,6’sı Belediyeler, %3’ü de Köy ve Özel İdareler tarafından yapılmaktadır. Sulama Birliklerinin yönetimleri, seçimle görev başına gelmelerine rağmen, yönetim zafiyeti, niteliksiz personel istihdamı, mali yapılarının bozulması nedeniyle, DSİ tarafında el konularak, atama usulü ile yönetilmeye başlanmıştır. Birliklerin vermiş olduğu sulama hizmetlerinden çiftçiler oldukça rahatsızdır. Bitki beslemede sulama faaliyetleri bilgiye dayanan faaliyetler olduğundan, liyakatli personel istihdamı şarttır.
Son yıllarda sulamada kullanılan enerji masrafları oldukça yükselmiştir. Bu durum ürün maliyetlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle Türkiye’nin sahip olduğu güneş ve rüzgar enerjisi potansiyelinden faydalanılmalıdır. Sulama ile verimin 3-6 kat artırılması mümkündür. Hayvancılığın kaba yem ihtiyacı için sulu tarıma ihtiyaç vardır. Sulu tarım artan nüfus ve bozulan iklime karşı, en güçlü güvencemizdir. Ancak yeraltı su kaynaklarımızın aşırı kullanılması, suyun derinlere çekilmesine sebep olmuştur. Yapılan hesaplamalara göre 150 metreden daha derinden çekilen suyun ekonomik olmadığı ifade edilmektedir. Orta Anadolu da yeraltı sularının aşırı kullanılması yer yer obrukların oluşmasına neden olmaktadır. Yeni su yönetim politikaları oluşturulurken bu bölgede aşırı su tüketen bitkilerin üretilmesinden kaçınılmalıdır. Gerekirse söz konusu ürünlerin ithal edilmesi, su tasarrufu sağlanması bakımından değerlendirmeye alınmalıdır.
Dikkat edilirse, ülkeler arasında on binlerce Km mesafeden, kıtalar arası petrol ve doğal gaz, borularla nakledilmektedir. Önümüzdeki yıllarda suyun da mesafe tanımaksızın taşınması gündeme gelecektir. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, sulama kanalları ve baraj göllerine güneş enerjisi panelleri döşenerek, buharlaşma kayıpları en aza indirilirken temiz enerji üretimi projelendirilmelidir. Sulamada elektrik kullanımı günün 22,00-06.00 saatleri arasına alınarak, enerji gideri için düşük fiyat tarifesinden faydalanılmalıdır. Sonuç olarak, giderek yağışların azalıp, sıcaklığın artacağı gerçeğinden hareketle, 2030 yılında sulama suyuna talebin %30 artması beklenmektedir. Ülkemiz kaynaklarından çıkan, kullanamadığımız 58 milyar metreküp suyun, komşu ülkelere ve denize akması yerine, ihtiyaç duyulacak havzalara nakli için gerekli proje çalışmalarına başlanılmalıdır.
(16, Eylül, 2024-Ordu)