Necdet Topçuoğlu

Tarih: 30.10.2025 01:05

KÜRT İSYANLARININ TARİHİ VE FEDERASYON

Facebook Twitter Linked-in

KÜRT İSYANLARININ TARİHİ VE FEDERASYON

Necdet Topçuoğlu

Bu yazı çok uzun diyenler hemen bıraksınlar. Yugoslavya dağılırken halk, köle İzaura Dizisini izliyormuş. Şimdi de izlenecek Hint dizileri var, onları izleyebilirler. Ya da mahalle yanarken, çingene saçını tararmış. Saç taramak da serbesttir.
Gelelim konuya, çok eski jeolojik dönemlerde Anadolu Yarımadasının okyanus tabanı olduğu bilinmektedir. Zaman içinde söz konusu okyanus tabanı tektonik hareketler sonucu yükselerek, Anadolu Yarımadası meydana gelmiştir. Bu nedenle Anadolu topraklarında hangi madenlerin ve elementlerin bulunduğu emperyalist güçler tarafından bilinmektedir. Yüzyıllardır bu toprakları ele geçirmek için herşeyi denemişlerdir. Şimdi de yerli işbirlikçileri kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadırlar.

Emperyalizmin Türkiye üzerindeki temel hedeflerini, Yukarı Mezopotamya'daki hububat kuşağı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki barajlar ve Eskişehir de bulunan Nadir Toprak Elementleri oluşturmaktadır. Ayrılıkçı Kürt hareketi kullanılarak bu amaçlarına ulaşmak istemektedirler. Yoksa kürtlerin emperyalistlerin gözünde, dağdaki çakallar kadar değeri yoktur. Tarih boyunca kullanılmışlar, yine kullanılmaktadırlar. Akıllarını başlarına toplamazlarsa, bu defa yedikleri son kazık olacaktır. Bölge de çatışma çıkarsa, bu coğrafya da ya Türkler, ya da kürtler olmayacaktır. Zira şartlar çok değişmiştir. Herkes alabildiğine silahlanmıştır.

Bölücü Kürtçülerin ve emperyalistlerin uydurduğu en büyük yalan “biz bu vatanı Türküyle Kürdüyle beraber kurtardık” yalanıdır. Kürtler yaklaşık 200 yıldan beri sürekli ihanet içinde bulunmuş ve isyan bayrağını açmak için devletin zayıf anlarını kollamışlardır. Öncelikle ilk Kürt ayaklanmalarının nasıl gerçekleştiğine bakalım:

OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE:

Osmanlı devrinde Kürt meselesinin ortaya çıkışı 1800'lü yıllararastlarmaktadır. Batı cephesinde Bulgarlar ve Ortodoks Rumları kışkırtan Ruslar bununla yetinmeyip Ermenilere ve Kürtlere de elatamışlardır. 1800’lerde ilk Kürdoloji çalışmaları Ruslar tarafından başlatılmıştır. Kürtçülerin bugün bile en temel başvuru kaynakları olan kitaplar bu dönemde Ruslar tarafından yazılmıştır. Rusların kışkırtma çabaları sonuç vermiş ve Rus destekli Kürt aşiretleri ile Osmanlı Ordusu arasında çatışmalar başlamıştır. 1830-1855 tarihleri arasında birkaç tane Kürt isyanı gerçekleşmiştir.

Ancak asıl büyük Kürt hareketi 1877 yılında gerçekleşmiştir. Bu tarih, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin tarihidir. Hem Balkanlar’da hem de Kafkaslar’da Ruslarla Savaşan Osmanlı Ordusuna karşı, bir cepheyi de Kürt aşiretleri açmıştır. Savaşta, hudut üzerindeki Kürt aşiretlerinin Ruslara destek verdiği, Yezidi Kürtlerinin boyunlarına haç takarak Rus saflarında Osmanlıya ihanet ettikleri bilinmektedir. Muharebenin neticesinde Osmanlı devleti Rusya karşısında mağlup olarak doğuda Kars, Ardahan ve Batum’u Ruslara terk etmek zorunda kalmıştır. Bu mağlubiyetin ardından devletin doğuda otoritesi zayıflamış ve azınlıklar yeni isyanlar için daha kolay ortam bulmuşlardır.

Kürt isyanlarının genel karakteri burada şekillenmiştir. Artık Türk devleti ne zaman bir düşmanla savaşsa mutlaka bir Kürt isyanı başlayacaktır.

Tarih boyunca bize en büyük düşmanlıkları yapmış olan Ruslar bu kadarla da kalmamıştır, Ermenileri de isyana teşvik etmiştir. Doğu vilayetlerindeki işgal amaçlarını kolaylaştırmak isteyen Ruslar, Ermeni Hıçnak ve Taşnak örgütlerini silahlarla donatmış ve düzenli ordu haline getirmiştir. Bu örgütler doğuda yaşayan Türk halkına karşı terör ve katliam eylemleri gerçekleştirmiştir. 1890 yılında 2. Abdulhamid tarafından bu Ermeni örgütleriyle mücadele etmek için Hamidiye Alayları kurulmuştur. Bu alaylarda Kürt aşiretleri de yer almıştır ancak bu Kürt aşiretleri, Osmanlı’nın silahlarını ele geçirip daha sonra Ermenilerden boşaltılan arazilere el koymaya başlamıştır. Kürtlerin bu alaylara giriş sebebi Türklere destek olmak değil, Ermeni topraklarını ele geçirmek içindir. Bu alaylar daha sonra lağvedilmiştir. Fakat Hamidiye Alayları, lağvedilmesinden sonra da silahları bırakmamıştır. Kürtler tarafından ele geçirilen bu silahlar daha sonraları Türk askerine karşı kullanılmıştır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ :

1914 yılı nüfus saymına göre Osmanlı’nın resmi nüfusu 14 milyon civarındadır. Lakin bu nüfus sayımında sayılmayan göz ardı edilen unsurlar da katılırsa ve yabancı gizli servis raporları göz önüne alınırsa, Osmanlı’nın nüfusu 18 milyon olarak karşımıza çıkmaktadır.

Alman istihbarat raporlarına göre;

Osmanlı nüfusu: 18.000.000

Kürt unsur: 1.600.000

Birinci Dünya Savaşı’nda silah altına alınan toplam asker sayısına bakalım.

Osmanlı Harbiye Nazırlığı raporlarına göre;

Toplam silah altına alınan personel: 2.998.000

Kürt unsur: 44.000

Şimdi bu raporları referans alarak düşünelim..

Osmanlı tebası içindeki Kürt nüfusun oranı: 18.000.000/1.600.000 (yaklaşık olarak %10)

Osmanlı ordusundaki Kürt unsur oranı: 2.998.000/44.000 (yaklaşık olarak %1.5) yaklaşık %2 kabul edelim.

Peki geriye kalan yüzde 8 nereye gitti ? Cevabı basit. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Kürtler doğu bölgelerinde Ruslarla beraber hareket etmişlerdir. Bağımsızlık hayali kuran Kürtler bu zorlu dönemde de Türk milletini sırtından bıçaklamayı ihmal etmemiş, ihanetin gereğini yapmışlardır.

Sarıkamış Harekatı da Kürtlerin gerçek yüzünü görmemizi sağlayan olaylardan bir tanesidir.

Miralay Hafız Hakkı Bey’in yazdıklarından;

“Soğuk ve Moskofla mücadelede oldukça başarılıyız. Lakin cephe gerimize sarkan Ermeni ve Kürt çeteleri tüm ikmal bağlantılarımızı tehdit ve yok etmekte gayet başarılılar. Bu şartlar altında bu savaş kazanılamaz…”

Bir diğer kaynak ise, Rus Genel Kurmayı’na mensup General Nikolski’dir. Sarıkamış Harekatı’nda bütün cephe savaşlarını günü gününe not etmiş ve eser Rusya’da yayınlandıktan sonra emekli kaymakam Nazmi Bey eseri Türkçe’ye tercüme ederek 1934 yılında 120 sayfa halinde Erkân-ı Harbiye Matbaası’nda bastırmıştır.

General Nikolski’nin notlarından;

“Türkler, cephe gerilerini ve ikmal yollarını sağlama almadan böyle bir harekata girişiyorsa bunun adı “intihar”dır. Başka birşey olarak adlandırılamaz…”

Rus istihbaratından Albay Alexiyev’in notlarından;

“Ermeni gerillalar Arşen ve Reizyan’dan aldığım raporlar doğrultusunda sayılarının azlığından ve Türklere karşı başarısız olacaklarından çekindiğimi söylediğimde, kendileri ile birlikte 1500 Kürt’ün de hareket ettiğini beyan ettiler. Bunların hepsini Kasparyan ve Skolitsa ile birleştirmek sureti ile Tokat’tan Van’a kadar olan sahada Türklerin cephe gerisine sarkarak zaferimize önemli katkılarda bulundular.”

Bir başka Rus gizli servis raporuna bakacak olursak;

Kirmanşah’tan Tahran’a…

Kirmanşah Konsolosluğu idarecisinin gizli telgrafı

30 aralık 1914

Tahran’a.

Kirmanşah’a gelen Amir Han Zaharyants, Kürdistan’da ve Hamadan’da Türklere karşı Ermeni ve Kürt mücahitlerden birlik oluşturmak niyetinde ve genel saymandan ona belirtilen bölgede herhangi bir göstermelik görev verilmesini talep ediyor. Misyonun planını bildiğini belirtiyor. Kendisine esas olarak güvenmek mümkün müdür? Talimatınızı rica ediyorum..

İmza: Dolgopolov

[Rgvia Fond 2000, liste 1, dosya 3851, yaprak 75]

Şimdi “her kürt pkk’lı değildir”ciler itiraz edecek. “Sarıkamış’ta bütün Kürtler mi ihanet etti, genelleme yapmayın” diyecekler belki.

Bazı rakamlar vermek istiyorum.

Sarıkamış’ta Osmanlı Harp Tarihi kayıtlarına göre verdiğimiz şehit sayısı 50.000’dir. İngiliz kaynakları bu rakamın 90.000 olduğunu ifade eder, Rus kaynaklarına göre bu rakam 108.000’dir. Sarıkamış Harekatı’na vilayet-i sitte diye adlandırdığımız coğrafyadan (kürt nüfusunun yoğun olduğu iller) intikal eden şehit sayısı ise 1300’dür. Bu 1300 şehidin 1000 kadarı Erzurum ve Gaziantep illerinden olup geri kalanı diğer vilayet-i sitte sancaklarındandır. Yani Osmanlı kaynaklarını referans alırsak 50.000 şehidin sadece 300’ü Kürt’tür. Bu da Kürtlerin ne kadar yanımızda(!) ve ne kadar kardeşimiz(!) olduklarının bir başka göstergesi sayılabilir.

Bir diğer yalan ise, Çanakkale’de Kürtler ile yan yana savaştığımızdır.

Çanakkale Savaşı’nda cephede verdiğimiz şehit sayısı 56.643’tür. Bu şehitlerin il il tasnifi yapılmış ve bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Günümüz Türkiye sınırları içerisinde bulunan illerden verdiğimiz şehit sayısı ise 48.148 olarak bilinmektedir. Şehitleri bölge bölge aktaracak olursak;

Marmara Bölgesi: 13.785 şehit

Ege Bölgesi: 10.906 şehit

İç Anadolu Bölgesi: 9.986 şehit

Akdeniz Bölgesi: 3.400 şehit

Karadeniz Bölgesi: 8.247 şehit

Doğu Anadolu Bölgesi: 832 şehit

Güneydoğu Anadolu Bölgesi: 992 şehit

[Kaynak: Çanakkale Boğaz Komutanlığı belgeleri]

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde nüfusun çoğunun Kürt olduğu iller olduğu gibi Türk nüfusa sahip iller de bulunmaktadır. Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu illeri sıralayacak olursak;

Van: 36 şehit

Hakkari: 0 şehit

Muş: 7 şehit

Bitlis: 59 şehit

Adıyaman: 11 şehit

Urfa: 383 şehit

Diyarbakır: 49 şehit

Mardin: 7 şehit

Batman: 0 şehit

Siirt: 40 şehit

Şırnak: 0 şehit

Toplam: 592 şehit

Ayrıca o dönemde bu şehirlerimizde yaşayan Türkmen nüfusunu da göz önünde bulundurursak, Çanakkale’de şehit düşen Kürt sayısı 592’nin bile altında olduğunu söylemek mümkündür.

Görüldüğü gibi, kimilerinin kardeş ilan ettiği Kürtler bizi en önemli muharebelerde yalnız bırakmışlardır. Bunun yanı sıra arkamızdan vurmayı da ihmal etmemişlerdir.

1917 yılında Rusya’da bolşevik ihtilali olduğunda Kürtlerin Ruslardan bulduğu destek kesilmiştir. Çünkü Lenin hükümeti, ülkesinin çıkarları gereği batı emperyalizmini zayıflatmak için Mustafa Kemal’i desteklemiştir. Bu dönemde Kürtlerin hamiliği görevini İngilizler devralmıştır. İngilizlerin anadoludaki istihbarat subayı Albay Maunsell’in 5 Aralık 1917 tarihinde Londra’ya yazdığı rapor oldukça dikkat çekicidir. Maunsell raporunda şunları söylemiştir:

“…Pantürkizm’e karşı ağırlık olarak Kürt milliyetçiliğini çıkarmak gerekir. Coğrafi durum dikkate alındığında Türk kovanına önemli bir unsur olarak sokulabilirler.” [Hasan Koni. “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’yi Bölme Çabaları” Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, s.84]

1918 yılına gelindiğinde ise Kürt Teali Cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyet, İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile işbirliği halindeydi. İleride İngilizler ile işbirliği içinde, İngiliz çıkarları ile örtüşen ayaklanmalara önayak olacaktır.

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ:

Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle yurt topraklarımız düşman kuvvetleri tarafından işgal edilmeye başlanmıştı. Bu düşmanların bir de Türk yurdu içinde pusuda bekleyen sinsi bir kozları vardı. Bu kozun adı Kürtlerdir. Bağımsızlık vaadi alan Kürtler, Türklere karşı her türlü kahpeliği yapacak, ihanet edecek, Türkleri adeta sırtından bıçaklayacaklardı. Düşman kuvvetleri İstanbul Hükümeti’ni avucuna almış, azınlıkları da kendi yanlarına çekmeyi başarmışlardı. Artık tek çekinceleri vardı, o da Mustafa Kemal Paşa tarafından yürütülen bağımsızlık hareketleriydi.

İngiliz Amiral Robeck’in Lord Curzon’a gönderdiği 9 Aralık 1919 tarihli mektubunda şu ifadeler geçer:

“… Mr. Hohler, Kürt meselesi hakkında Kürt başkanı olan Şeyh Sait ve Abdülkadir Paşa’yla görüştü. Kürtler bütün ümitlerini İngiliz Hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her parayı ödemeğe hazırdır…”[Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, 1967, s. 217, Vesika No: 620]

Aynı Amiral Robeck 26 Mart 1920’de de şu ifadeleri kullanmıştır:

“Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul’daki Kürt Klübü Başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir.”[Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye]

Bu raporlar Kürtlerin düşman kuvvetleri ile nasıl işbirliği yaptığının kanıtlarından bir tanesidir.

Biraz da “Düşmanı Türküyle Kürdüyle beraber kovduk” iddiasında bulunanların dayanak olarak aldığı, Milli Mücedelemizin içerisine sızan Kürtlerden bahsedelim.

Kurtuluş Savaşı’nın başında milli güçleri idare edebilmek için Erzurum’da bir Heyet-i Temsiliye oluşturulmuştu. 24 Ağustos 1919’da Atatürk önderliğinde oluşturulan bu heyet, 9 kişiden oluşmaktaydı. Heyet üyeleri; eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, eski Trabzon milletvekili İzzet Bey, eski Erzurum milletvekili Raif Efendi, eski Trabzon milletvekili Servet Bey, Erzincan’da Nakşi Şeyhi Fevzi Efendi, eski Beyrut valisi Bekir Sami Bey, eski Bitlis milletvekili Sadullah Efendi ve Mutki aşireti lideri Hacı Musa Bey’dir. Bu ilk önder kadrosundan sadece Rauf Bey ve Bekir Sami Bey Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar yola devam etmiştir. İddia edildiği gibi Kurtuluş Savaşımız ağaların ve şeyhlerin desteği ile kazanılmamıştır. Ama burada çok daha önemli bir ayrıntı vardır. Mutki Aşireti reisi Hacı Musa Bey Kurtuluş Savaşımızın sözde ilk önderlerindendir. Belgeleri inceleyenler bunun böyle olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar. Ancak gerçek bambaşkadır.

Hacı Musa Bey, bir Kürttür ve Kürdistan’ın kurulması için verilen mücadeleden geri kalmamıştır. Mayıs 1923’te kurulacak olan Kürt Azadi Cemiyeti’nin de lideri olacaktır. Kürt Azadi Cemiyeti İngilizlerle, Fransızlarla ve Sovyetler Birliği ile temas kurarak Bağımsız Kürdistan için destek aramış ve daha sonra bu örgüt İngiliz desteği ile başlayan Nasturi Ayaklanması’na katılmıştır. Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından sonra ise İran’a kaçmışlardır.

Atatürk de Nutuk’ta bu konuya şöyle değinmiştir:

“Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada ‘yurtseverim’ diyen bin bir çeşit kişinin, binbir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin Erzincanlı bir Nakşi Şeyhi ve Mutki’li gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi?”

Peki Kürtlerin Milli Mücadele dönemindeki tek ihaneti bu mudur ?

Kurtuluş Savaşı’nın başında Mustafa Kemal Paşa için idam emri veren de aynı Kürt Mustafa Paşa’nın eniştesi Kürt İzzet Bey’dir ve İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanıdır. Kürt İzzet Bey de İngiliz ajanıdır. Kürt İzet Bey’in bir de yeğeni vardır Şerif Paşa, o da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Paris temsilcisidir. İstanbul Hükümeti’nin ve İngilizlerin, Türk bağımsızlık hareketini engellemek için kullanmayı düşündükleri ise Kürtlerdir. Damat Ferit, Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşerek onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e karşı savaşmayı teklif eder. Damat Ferit Yüksek Komiser De Robeck ile görüşerek Sevr koşulları gereğince 15 bin kişilik bir Kürt ordusu kurulmasını ve Kürtleri Mustafa Kemal’e saldırtmayı teklif eder. Bu yönde en önemli girişim Ali Galip olayıdır. İngiliz ajanı Binbaşı Noel, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderleri Malatya’ya geçer. Burada bir Kürt birliği kurarak Sivas yolunda Mustafa Kemal’i öldürecekler ve kongrenin toplanmasına engel olacaklardır. Ancak Mustafa Kemal girişimi haber alır ve tedbir alır. Malatya’da Türk birlikler, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderlerini kıstırırlar. Tutuklama emri vardır. Noel, İngilizlerden yardım ister. Saraya baskı yapılır fakat sonuç vermez. En sonunda kaçmak zorunda kalırlar.

Bir de Genelkurmay’ın yayınladığı verilere göre Kürt halkının ne kadar yanımızda(!) olduğuna bakalım;

Kurtuluş Savaşı’nda verdiğimiz toplam şehit sayısı: 34.885

Bölge bölge inceleyecek olursak;

Marmara Bölgesi: 2.488 şehit

Ege Bölgesi: 5.307 şehit

Akdeniz Bölgesi: 4.210 şehit

Karadeniz Bölgesi: 11.759 şehit

İç Anadolu Bölgesi: 8.827 şehit

Doğu Anadolu Bölgesi: 1.609 şehit

Güneydoğu Anadolu Bölgesi: 685 şehit

Şimdi de Kürt nüfusun yoğun olduğu illeri inceleyelim;

Muş: 18 şehit

Tunceli: 9 şehit

Bitlis: 23 şehit

Van: 19 şehit

Hakkari: 0 şehit

Adıyaman: 16 şehit

Urfa: 152 şehit

Şırnak: 0 şehit

Diyarbakır: 110 şehit

Batman: 1 şehit

Mardin: 311 şehit

Siirt: 23 şehit

Toplam: 682 şehit

Tüm nüfusa oranla yüzde 10 olan Kürtlerden, Kurtuluş Savaşı sırasında diğer şehitlere oranla yüzde 2 şehit çıkmıştır.

Görüldüğü gibi Kurtuluş Savaşımıza katılan ve Türklerle beraber savaşan Kürtleri değil, Kurtuluş Savaşı’nın içine sızan, ancak kendi Kürt örgütlenmesini devam ettiren, İngiliz, Fransız işgalcilerle işbirliği yapan ve en sonunda da Türk askerine karşı cephe açan Kürtleri görüyoruz.

CUMHURIYET DÖNEMİ :

Milli Mücadelenin askeri cephesinin kazanılması üzerine imzalanan Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye, çağdaşlaşmak amacıyla bir taraftan radikal inkilâplarla yapısal değişikliklere giderken, diğer taraftan Lozan’da kesin çözüme kavuşturulamayan problemlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Özellikle Lozan’da çözülemeyen Musul meselesi, Türkiye ile İngiltere arasında gerginliğe sebep olmuştur. Bölgeyi terketmemek için direnen İngiltere, Türkiye’nin iç istikrarını bozmaya ve Musul konusundaki iddialarından vazgeçirmeye yönelik faaliyetlerini artırmıştır. Bu çerçevede Musul meselesinin görüşüldüğü Haliç Konferası’nda uzlaşmaz bir tavır takınan İngiltere, Lozan’a dayanarak amaçlarına ulaşmak için konuyu 6 Ağustos 1924 tarihinde Milletler Cemiyeti’ne götürmüş ve 7 Ağustos’ta da Hakkari bölgesinde “küçük müttefik” olarak nitelediği Nasturiler’i ayaklandırmıştır. Yalnız burada çok önemli bir ayrıntı göze çarpmaktadır. Nasturi İsyanı’nı bastırmakla görevli birlikten olan Fırka komutanı İhsan Nuri, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza da Kürt örgütünün üyesidir ve isyan sırasında 270 askerle birlikte karşı tarafa geçerler. Bu da bize Başbuğ Atatürk’ün söylediği “Kanını taşıyandan başkasına güvenme” sözünün ne kadar doğru olduğunu kanıtlıyor…

1923 yılında kurulan ve Kürt meselesini Milletler Cemiyeti’ne götürmek amacıyla faaliyette bulunan gizli bir cemiyet olan Kürt Azadi Cemiyeti mensupları da aynı dönemde harekete geçmişlerdir. Kürt Azadi Cemiyeti’nin lider kadrosundan bir kaçı; Cibranlı Albay Halit Bey, Yüzbaşı İhsan Nuri, Bitlis eski milletvekili Yusuf Ziya, Kürdistan Teali Cemiyeti başkanı Seyyit Abdülkadir, Diyarbakırlı Cemilpaşazade Ekrem Bey ve Kör Hüseyin Paşa’dır. Daha sonra halk üzerinde etkili olup bir isyan hareketini başlatamayacakları kanaatiyle, Halifeliğin kaldırılmasının da yarattığı tepkilerden istifade ederek Şeyh Sait’i Cemiyete kazandırmışlardır. Nitekim Musul meselesinin kriz döneminde 1924 yılında ilk kongresini yapan bu cemiyet; Doğu Anadolu’da bütün aşiretlerin katılacağı bir isyan başlatmak ve bunu takiben Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan etme kararı almıştır. Ancak böyle bir isyanın başarıya ulaşması için dış yardımın zaruri olduğu konusunda da mutabık kalınmıştır. Türkiye’nin Musul konusunda plebisit yapılmasında ısrar etmesine rağmen, İngiltere tarafından Milletler Cemiyetine götürüldüğü, Türkiye ile İngiltere arasında sınır çatışmalarının arttığı ve Türkiye’nin sınırda askeri tedbirler aldığı bir sırada Şubat 1925 tarihinde Şeyh Sait İsyanı patlak vermiştir. Halifeliğin kaldırılmasına bir tepki olarak dini sloganlarla başlayan ve bölgede yayılan bu isyanın temelinde siyasi Kürtçülük fikrinin yattığı bilinmektedir. Şeyh Sait isyanında İngiltere’nin doğrudan rolü olup olmadığı tartışılmakla beraber, iç istikrarı bozulan Türkiye, Musul konusunda İngiltere ile anlaşmak zorunda kalmış ve sonuç itibariyle isyan İngiltere’nin yararına olmuştur.

Daha sonraları Kürt Azadi Cemiyeti dağıtılmasından ve Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Irak, İran ve Suriye’ye kaçan bazı Kürtler Türkiye’ye karşı faaliyetlerini devam ettirmek amacıyla yeni bir örgüt kurma çalışmalarına başlamışlardır. Özellikle Irak ve Suriye’ye mandater devlet statüsü ile yerleşen İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki çıkarlarını devam ettirmek amacıyla sağladıkları yardımlar ile başlayan bu faaliyetler, 1927 yılında Kürtçe “benlik” manasına gelen Hoybon, Ermenice “Ermeni yurdu” anlamına gelen Haypun kelimesinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan bir isim olan Hoybun Cemiyeti’nin kurulması ile sonuçlanacaktır. Bu yeni organizasyonun en önemli özelliği ve öncekilerden farklı yönü, Kürt liderleri ile Ermeni Taşnak liderleri arasındaki işbirliğine dayanmasıdır.

Hoybun Cemiyeti’nin kuruluşuyla ilgili ilk toplantı 1927 Şubat’ında İngilizlerin Revandiz Kaymakamlığı’na getirdikleri Seyyit Taha’nın evinde yapılmıştır. İngiltere’nin Irak Olağanüstü Komiser Yardımcısı Edmons’un organize ettiği bu toplantıda Türkiye’de çıkarılacak bir isyanla ilgili olarak şu kararlar alınmıştır:

a) İngilizler, Kürtlere para ve ihtiyaç halinde silah yardımı yapacaklardır.

b) Nasturiler, Kürt kıyafetleri giyerek isyana katılacaklardır.

c) Hazırlıklar tamamlandıktan sonra harekete geçilecektir.

d) İsyan Şemdinli Yüksekova’dan başlayacak ve hedef Van’ın ele geçirilmesi olacaktır.

Hoybun Cemiyeti’nin kuruluş hazırlıklarının yapıldığı 1927 yılı Nisan-Ekim döneminde Taşnak Ermeni Lideri eski Van mebusu Papazyan’ın da bölgedeki faaliyetleri dikkat çekmektedir. Papazyan doğrudan toplantılara katılmamakla birlikte ikili görüşmelerde; Türkiye’ye karşı etkili bir isyanın başarılı olabilmesi için öncelikle Kürt aşiretlerinin birleşerek merkezi bir organizasyon oluşturmaları ve bölgedeki etkili şeyhlerin desteğinin sağlanmasının şart olduğunu vurgulamıştır. Kürt aşiretlerinin birleşmesi halinde Yunanlılar ve İtalyan’ların da yardımlarının sağlanabileceğini, Kürt komitesi ile doğrudan görüşmelerde bulunmak amacıyla Taşnakların Bağdat ve Musul’a birer temsilci göndermek istediklerini belirtmiştir.

1927 yılı boyunca devam eden toplantı ve faaliyetlerden sonra 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan’ın Bihamdun kasabasında geniş çaplı bir kongre yapılarak Hoybun Cemiyeti kurulmuştur. Bu kongrede Hoybun Cemiyeti’nin amacı “Kürdistan’ın bağımsızlığı” olarak tespit edilmiş, Türkiye’nin dışındaki hiçbir millet ve devlete karşı aleyhtar tutum takınılmaması kararlaştırılmıştır. Bu bağlamda öncelikle İran devletine, Irak ve Suriye’deki Arap halkına ve onların himayecileri olan İngiliz ve Fransızlara karşı dostane bir tutum takınılmasını, Ermenistan ve Kürdistan toprak bütünlüklerinin karşılıklı olarak kabul edilmesini temel bir prensip olarak ilan etmiştir.

Hoybun Cemiyeti Türkiye’ye karşı geniş çaplı bir isyan hareketine başlamak ve kendi lehlerine kamuoyu oluşturmak için yoğun bir faaliyete başlamıştır. Bunun için, tamamen tarihin ve gerçeklerin saptırılmasına dayanan propaganda amaçlı Osmanlıca olarak basılan 48 sayfalık “Türkiye’de Kürtlerin Katliamı” isimli kitapçığı 1928 yılında yayımlamıştır. Kitapçıkta; Osmanlı döneminde özellikle Jön Türklerin, imparatorluktaki gayr-ı Türk unsurlardan olan Araplar, Ermeniler, Arnavutlar, Rumlar ve Çerkezler’e baskı ve katliamlar yaptığı belirtilmektedir ve Kürtlere uygulandığı belirtilen baskılara geçilmektedir. Bu baskılar çerçevesinde Osmanlı döneminde Kürtlere medeniyetin bütün kapılarının kapatıldığı, Ermeni tehciri ile beraber Kürtlerin de tehciri planlandığı, ancak savaştan dolayı başarılı olunamadığı belirtilmektedir. Kitabın son bölümünde ise Atatürk’ün çağdaşlaşma yolunda gerçekleştirdiği inkılâplar kastedilerek “Türklerin şeklini ne kadar değiştirirse değiştirsin hâlâ Atilla gününün ruhunu” taşıdığı “barbar ve vahşi bir toplum” olduğu, Kürtlerin uğradığı baskıları görmek için Avrupa ve Amerika’nın göndereceği tahkik heyetleri görsün ve bütün dünyaya ilan etsinler denilmektedir. Bundan sonra ise Hoybun Cemiyeti’nin kuruluşundan kısaca bahsedildikten sonra “Türkiye’nin ezici hakimiyeti altında bizden başka hiçbir millet kalmamıştır” denilmekte ve Hoybun Cemiyeti’nin amacının Türkiye’den bu toprakları kurtarmak olduğu vurgulanmaktadır.

Hoybun Cemiyeti’nin organize etmeye çalıştığı en önemli isyan Ağrı bölgesinde çıkan isyanlardır. Şeyh Sait isyanından sonra bu bölge 1926 yılından itibaren dört yıl sürecek bir takım asayişsizlik ve isyanlara sahne olmuştur. Ancak bölgede planlanan esas büyük ayaklanma 1930 yılında çıkacak olan Ağrı isyanlarıdır.

Bu isyanlar sırasında İhsan Nuri ve Ardeşir Muradyan, Hesik aşiret reisi İbrahim Ağa’nın aşiretiyle birlikte İran sınırını aşmıştır. Askeri birimlerin yetersiz kalması sonucu isyancılar, içinde Doğubayazıt’ın da bulunduğu bir bölgeyi denetimi altına almıştır. Kontrolleri altına aldıkları bölgede, Hoybun Cemiyeti’nin desteğiyle Ağrı Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmiştir.

1930’lara gelindiğinde, Türk güçleri üstünlük kurmaya başlamışlardır. Mayıstan başlayarak, Türk güçleri atağa geçti ve Ağrı dağını 10.000 askerle Haziranda kuşattı. İki tarafta da asker sayıları gittikçe artıyordu. Kürtler, Türkiye devletine karşı toplamda 60.000 asker toplamıştı.

20 Haziran – 12 Temmuz 1930 tarihleri arasında (Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı’na göre 20 Haziran – Eylül başı 1930) Van ile Karaköse (Ağrı) arasında Zilan harekatı gerçekleştirdi. Bu harekat sırasında 12 Temmuz 1930 veya 13 Temmuz 1930’da Zilan Olayları yaşandı. Zilan Olayaları’nda imha edilen kürt sayısı 15.000 kadardır.

Daha sonra Türkiye, isyanı tam olarak bastırmak için, İran sınır içinde bulunan Küçük Ağrı Dağı’nın arkasına kadar birliklerini ilerletme izni aldı (Sınır ötesi harekatı). Böylece isyancıların İran yolu kapanmış oldu. Daha sonra bu İki ülke arasında bir sınır düzenlemesi yapılarak Van’ın Kotur kasabasını İran’a verilip, Küçük Ağrı Dağı Türkiye sınırları içine alınacaktı. 1 Temmuz’da Türk Ordusu Ağrı Dağı’nın kuşatmasını tamamlandı ve 7 Eylül 1930’da genel taarruzu başlattı. 25 Eylül’e kadar süren Ağrı Dağı Muharebesi esnasında 14 Eylül’de Kire (Büyük Ağrı Dağı ile Küçük Ağrı Dağı arasında bulunan ova)’de İbrahim Ağa öldü ve İhsan Nuri de İran’a sığındı. Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nde bu olaylar ile ilgili yapılan yargılamalarda 34 kişi idam cezasına çarptırılmıştır.

1930’daki Ağrı isyanının bastırılmasının ardından Doğu Anadolu’daki gücüne büyük darbe vurulan Kürtçülüğün, Dersim dışında tutunabilecek bir yeri kalmamıştı. Dersim’deki Kürt aşiretlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığı daha 1930’ların başlarında tespit edilmişti. Pek çok resmi raporun yanı sıra Başbakan İnönü ve Ekonomi Bakanı Bayar’ın Şark Raporları da, bu konuda uyarılarla doludur.

Atatürk de isyanı elleri kolları bağlı beklemez. 1935’te “Tunceli Vilayetinin Kurulmasına İlişkin Kanun” kabul edilir. O zamana kadar Dersim olarak bilinen yöreye Tunceli ismi verilir.

Ancak Atatürk Tunceli’de yalnızca askeri önlemler almaz, Tunceli’ye “medeniyet” götürülür. Yüzlerce yıldır şehir merkezlerinden kopuk yaşamış Tunceli köyleri yapılan yol ve köprülerle “medeniyet”le tanışır. Hastane yapılır, doktor götürülür. Okul yapılır, öğretmen götürülür. Mahkeme yapılır, adalet götürülür… Köylüyü baskı ve zulüm altında tutan aşiret reislerinin silahlarına el konulur… Tabii tüm bu “medenileşme” hareketi gerici Kürt aşiretlerinin direnişiyle karşılaşır.

Bütün diğer Kürt isyanları gibi Dersim isyanı da dış güçlerin kışkırtma ve desteğiyle başlamıştır. Nasıl Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü bir dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersim isyanı da Hatay meselesinin tartışıldığı bir dö­nemde Fransızlar tarafından kullanılmıştır. Nitekim, isyancıların üzerinden Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası altındaki Suriye’ye kaçmış ve Fransız Hükümeti’nin koruması altında yaşamıştır.

Bu isyanın dış güçler tarafınden desteklendiğinin bazı kanıtları:

Başvekalete, Genelkurmay’a, Milli Müdafaa Vekaletine yazılan 17 Temmuz 1938 tairhli belgede Şam’dan Dersim’e sandıklar içinde bombalar ve 8 tane Hoçkis marka makineli tüfek gönderildiği, bunun Fransızlar tarafından tertiplendiği yazmaktadır. [Serap Yeşiltuna, Devletin Dersim Arşivi, 2012, s. 280]

Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’nın isyan sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup da Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir:

“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.

-Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”

Tabii bu Kürt isyanı da başarılı olamayacaktır. Atatürk, isyanın hemen bastırılmasını emreder. Ve dönemin Tunceli Valisi Korg. Abdullah Alpdoğan’ın komutasındaki 20 bin kişilik bir kuvvetle isyan bastırılır. Elebaşları idam edilir.

“Dersim Harekâtı” olarak bilinen bu isyan bastırma operasyonu, bölgedeki aşiretlerin gücü tamamen kırılana kadar sürer. Aşiretlerin önde gelenleri, Tunceli dışına sürülür ve bölgede Cumhuriyet rejimi tam anlamıyla tesis edilir.

Dersim İsyanı da bastırıldıktan sonra 1984 yılında başlayan PKK terörüne kadar bir isyan gerçekleşmemiştir.

Günümüze kadar Kürt isyanları sıralı tam liste:

Babanzade Abdurrahman Paşa Isyani (1806/Musul)

Babanzade Ahmet Paşa İsyanı (1812/Musul)

Zaza’ların isyanı (1820)

Yezidilerin isyanı (1830/Hakkari)

Şerefhan isyanı (1831/Bitlis)

Bedirhan isyanı (1835/Botan)

Garzan isyanı (1839/Diyarbakır)

Ubeydullah İsyanı (1881/Hakkari)

Bedirhan Osman Paşa ve kardeşi Hüseyin Paşa isyanı (1872/Mardin ve Cizre)

Bedirhan Emin Ali isyanı (1889/Erzincan)

Bedirhaniler ve Halil Rema isyanı (1912/Mardin)

Şeyh Selim Şehabettin ve Ali isyanı (1912/Bitlis)

Koçgiri isyanı (1920/Koçgiri)

Nasturi isyanı (1924/Hakkari)

Jilyan isyanı (1926/Siirt)

Şeyh Sait isyanı (1925/Bingöl, Muş ve Diyarbakır)

Seit Taha ve Seit Abdullah isyanı (1925/Şemdinli)

Reşkotan ve Reman isyanı (1925/Diyarbakır)

Eruh’lu Yakup Ağa ve oğulları (1926/Pervari)

Güyan isyanı (1926/Siirt)

Haco isyanı (1926/Nusaybin)

1. Ağrı isyanı (1926/Ağrı)

Koçuşağı isyanı (1926/Silvan)

Hakkari Beytüşşebab isyanı (1926/Hakkari)

Mutki isyanı (1927/Bitlis)

2. Ağrı isyanı Biçar harekatı (1927/Silvan)

Zilanlı Resul Ağa isyanı (1929/Eruh)

Zeylan isyanı (1930/Van)

Tutaklı Ali Can isyanı (1930/Tutak, Bulanık ve Hınıs)

Oramar isyanı (1930/Van)

3. Ağrı harekatı (1930/Ağrı)

Buban aşireti isyanı (1934/Bitlis)

Abdurrahman isyanı (1935/Siirt)

Abdulkuddüs isyanı (1935/Siirt)

Sason isyanı (1935/Siirt)

Dersim isyanı (1937/Tunceli)

PKK terörü (1984-…)

Ciltler dolusu kitaplara sığmayacak olayları özetlemeye çalıştım. Okuyanlar artık biz bunları bilmiyorduk diyemezler. İşte şimdi biliyorsunuz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1984 yılından günümüze kadar, PKK terörü ve farklı versiyonları ile mücadele etmektedir. PKK terörü, tarihi süreçteki Kürt isyanlarının şekil değiştirmiş halidir. ABD, İngiltere ve İsrail tarafından yürütülen "Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ayrılıkçı Kürt hareketleri üzerinden vekâlet savaşları yürütmeyi amaçlamaktadır. Bu proje çerçevesinde yürütülen savaşlarda Irak ve Suriye de sonuca ulaşılmış, sıra İran ve Türkiye kürtlerinin ayrıştırılmasına gelmiştir.

BOP, Trump ve Netenyahu uyumu sayesinde,  beklenenden daha hızlı yol almaktadır. ABD'nin desteği ile İsrail İran'a saldırmış, İran'ın askeri kapasitesine büyük ölçüde zarar vermiştir. Bu ayni zamanda Türkiye'ye gözdağı verme anlamına gelmektedir. Hedef, Suriye de SDG, Irak da Barzani, İran da PEJAK ve Türkiye de PKK üzerinden koparılacak topraklar üzerinde Büyük Kürdistan'ın kurulmasıdır. Bu girişim, Büyük İsrail Devleti'nin temellerinin atılmasına yönelik bir hamledir

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, toprak kaybını önlemek amacıyla, Türkiye kürtlerine yaşayacakları haritayı seçme şansı vermiştir. Kürtler ya Türkiye ile birlikte yaşayacaklar, ya da emperyalizmin peşine takılıp, kurulmak istenen Kürdistan haritasında yer alacaklardır. TBMM de kurulan "Terörsüz Türkiye Komisyonu" açıktan söylenmese bile bu çalışmaların altyapısını yürütmektedir. Türkiye'yi bir federasyona razı etmeye çalışmaktadır. Türkiye savaşmak pahasına bu oyuna gelmemelidir.

Yukarıda bütün ayrıntıları ile anlatmaya çalıştığım Kürt ihanet sürecinde bir değişiklik söz konusu değildir.. Türkiye de Kürt Sorunu yoktur. Kürt burjuvazisi tarafından sömürülen ve ezilen, yoksul kürtler sorunu vardır. Ayni sorun Türk burjuvazisi tarafından sömürülen yoksul Türkler için de vardır. Bu gerçek göz ardı edilerek, Türkler ve Kürtler emperyalizmin oyununa gelip, bölünmemelidir. Başlangıçta belirttiğim gibi, Türkler ve Kürtler emperyalizmin umurunda değildir. Onların üç hedefi bulunmaktadır. Madenlerimiz, su kaynaklarımız ve hububat kuşağıdır. Aklımızı başımıza almazsak, Anadolu da yaşadığımız son yıllarımız olabilir.

(30, Ekim, 2025-Ordu)

Kaynak:
Bu inceleme yazısındaki bilgiler açık kaynaklardan ve yayımlanan makalelerden derlenmiştir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —